Hepi̇mi̇zi̇n İçi̇nde Bi̇r Boşluk Var – Gazete Yeni Birlik
Kısaca sizi tanıyalım? (Profesyonel olarak)
Ben Klinik Psikolog Fatih Dane. Psikoloji konusundaki profesyonel hayatım Hacettepe Üniversitesi Psikoloji bölümünü bitirmem ile başladı. Sonra yüksek lisans programı ile İnsan Kaynakları Yönetimi, diğer bir yüksek programı ile Yönetim ve Organizasyon ve bir başka yüksek lisans ve devam eden Doktora programı ile Klinik Psikoloji alanlarına yöneldim. Bir tarafdan profesyonel eğitimci diğer taraftan Klinik Psikolog ve Üniversitede Öğretim Görevlisi kimliğimle profesyonel hayatın içinde oldum.
Hali hazırda danışanlarımla psikoterapi seansları yapıyorum, kurum ve kuruluşlara eğitim ve danışmanlık hizmeti veriyor ve ilham verici konuşmalar yapıyorum.
Jungiyen Kum Oyunu Terapisi, Psikodinamik Terapiler, Bilişsel-Davranışçı Terapi, Cinsel İşlev Bozuklukları Tedavisi, Çift ve Aile Terapisi, Hipnoterapi, EMDR Terapisi, Regresyon Terapisi, EFT (Duygulardan Özgürleşme Tekniği) araçları ile psikoterapi hizmetleri sunuyorum.
– Farkındalık Psikolojik Akademisi’nden bahsedebilir misiniz?
Farkındalık Psikoloji Akademisi; Psikoloji, Klinik Psikoloji, Yönetim ve Organizasyon, İnsan Kaynakları alanında Danışanlara, Kurum ve Kuruluşlara psikolojik hizmetler sunan ve İnsana Dair eğitimler düzenleyen kurucusu olduğum bir yuvadır.
Temel misyonu yenilikçi yapısı ile Psikoloji ve yönetim biliminin araçlarını kullanarak insanların hayatlarına dokunmakta, iyi hissetmelerini sağlamaktır.
Feneryolundaki Merkezimizde halen yüzyüze Psikoterapi hizmetlerinin yanısıra Covid-19 gerçekliği ile online seanslara, webinar ile çalışmaları ile Kurum ve Kuruluşlara hizmet vermeye devam etmekteyiz.
– Korona ruh halimizi nasıl etkiledi, bize ne yaşattı, nasıl bir süreçteyiz?
Bütün dünyayı yaklaşık 10 ay önce saran Koronanın kimlik kazandığını ve insanoğluna söylediklerinin olduğunu düşünüyorum. Söylemlerin doğru, yanlışı, kötü ve iyisi nereden baktığımıza göre farklılık gösterir.
İnsanoğlu egosu ile ekosal sistemin en üzerinde olduğunu düşünürken, egosal sistemin en küçük birimi olan virüslerle karşılaşınca ve çaresiz kalınca ekolojik dünyanın herhangi bir yerinde olduğu gerçeğini öğrendi. Varoluşsal kaygıları ile baş başa kaldı.
Bunlardan ölüm en başta gelen ve herkesin genel kaygısı. Ölümün uzaklarda olduğunu düşünen bizler, ölüm gerçeğinin çok da uzaklarda olmadığını ve her an karşılaşacağımız bir olgu olduğunu tekrar öğrendik.
Evlerin içine dönüşümüzle birlikte diğer bir varoluşsal kaygı ile karşılaştık. İzolasyon yani yalnızlık. İnsanlar olarak zorunlu bir eve kapanma sürecindeyiz. Önceleri işe gitmemenin verdiği mutluluk ve huzur, sonrasında sosyal çevremizin daralması ile birlikte evin içinde ciddi ailevi sorunlara ve çatışmalara dönüştü.
Korkuların öfkelere, ölümlerle birlikte korkuların üzüntülere dönüştüğü bir süreç içindeyiz. Doğanın kendini koruma yöntemi olarak da tanımlayacağımız yaşanan olgu insanların kulaklarına bir şeyler fısıldadı. Bu spritüellik dediğimiz bir kavram. Yani evrenin yasaları ile uyumlu yaşam. Bu ekosal sistemin üzerinde olmadığımız ve onun bir parçası olarak doğayı korumamız gerçekliği. Diğeri ise dünyada herkese eşit olarak dağıtılan ancak en önemli kaynağı zamanı kendi dışında harcamasının onun kaybı olabileceği düşüncesi. Bu verilerle; ailemiz ve kendimiz için kullanma zorunluluğu.
Bende kendime soruyorum. Korananın bize söylediği “yaşamın içinde olmalısın” olabilir mi?
– Çocuklardaki durum ne? Uzaktan eğitimi nasıl karşıladılar?
Ben 51 yaşındayım. Çocukluğumda sokakta top oynadık. Evde bilgisayarla oynamayı bilemezdik. Playstation hayatımızda hiç olmadı. Yeni jenerasyon bilgisayarlarla dost oldu. Bizim zamanımızda başlayan Atari oyunları playstationun gerçekmiş gibi olan animasyonları ile devam etti. Aslında bu jenerasyon sokaklarda oynamayı hiç öğrenmedi. Bu yüzden sosyal ilişkiler ikinci planda yer aldı ve yalnızlıkları içinde kalmayı göreceli olarak öğrendiler. Yeni arkadaşları bilgisayarlar oldu. Evet bu sağlıklı bir yalnızlık mı? Bende bilmiyorum.
Bu gerçeklikler içinde Korana dönemi ile birlikte evlerin içinde yerini alan insanoğlu çocukların da evden çıkmayacağı bir süreçle karşılaştı. Bana kalırsa çocuklar zaten bildiğinin içinde oldular. Hatta Tırnak içinde “İyi okullara” gitme savaşı
veren, her gün saatlerce servislerin içinde bir koşturma içinde olan çocuklar ve gençler artık bu zorlu parkuru atlattılar.
Bu durum onların hayatına olumlu bir katkı gibi görünse de; sosyal bir canlı olan insanlığın bu özelliğini gerilerde bırakmaya başladığı bir gerçeklik çağa damgasını vurdu.
Bunun ne gibi bir sosyal zorluk yaratacağını şu anda görebiliyoruz. Sosyal ilişkilerinden uzaklaşan ve sosyalleşme becerilerini kaybeden bir gençlikle birlikteyiz. Bunun yansımaları ilişki problemleri olarak dönecek ve ilerleyen dönemlerde aile yapısına yansıyacak gibi görünüyor.
– Şu sıralar gelen danışanlarınız en çok hangi alanda geliyorlar?
Pandemi döneminin başladığı zamanlarda kaygı problemlerinin yoğun olarak arttığı gerçekliği ile karşılaştım. Ölüm gerçekliğinin verdiği yoğun kaygılar. Yalnızlığın getirdiği mutsuzluk hali ve depressif duygu durumu kişilerin yaşamlarının içinde yerlerini aldı. Bir arada yaşamanın verdiği huzursuzluk ve ilişki problemleri de bunlara eklenen diğer problem alanı olarak ortaya çıktı.
Ben 1996 yılından bugüne değin; Psikiyatrik ve psikolojik problemler ile birlikte kişilik temelli sorunlar yani kişilik bozuklukları alanında çalışıyorum. Kişilik organizasyonu erken çocukluk döneminde ebeveyn çocuk ilişkisi ile birlikte ortaya çıkan, sonraki dönemlerde romantik partner ilişkilerine yansıyan temel sorundur. Bu nedenle son dönemlerin bir özelliği olarak yalnızlaşan kişilerin de içlerindeki boşluk ile seansa gelmelerinin sıklığının arttığını söyleyebilirim.
– Son dönemlerde artış var mı?
Pandemi döneminin yarattığı yeni yaşam gerçekliği; insanların ölüm kaygıları yaşamalarına yol açtı. Sosyalleşme ihtiyaçları engellenen insanlar; yalnızlık problemi yaşamaya başlarken, evde kalmalarının gerçekliği ile birlikte eşler arasında sorunlar yaşadılar. Ayrıca iş dünyasında yaşanan yeni gerçeklikler, insanların iş kaybı yaşaması nedeniyle tüm toplumda sosyal ve psikolojik problemler yaşandı.
Son zamanlarda profesyonel hizmet verdiğim alanlarda; kaygı bozuklukları ki bunun başında ölüm kaygısı geliyor. Kayıpların artışı ile birlikte üzüntü ve mutsuzluk, depressif duygu durumu, evlerdeki gerginlikle birlikte başlayan ilişki problemlerinde bir artışın olduğunu söyleyebilirim.
– Ne tavsiye ediyorsunuz danışanlarınıza?
Ben aslına bakarsanız bir psikoterapist olarak hiç tavsiyede bulunmuyorum. Ancak kendi gerçekliklerini öğrendiğim noktada onların duygularına bakıyorum. Düşüncenin daha ötesinde kalp ile görebileceğimiz bir gerçeklik. Onlarla birlikte yolculuk yapıyorum kendi iç dünyalarının karanlık dehlizlerine. Bir madenci feneri oluyorum onların hayatlarında. Nereye bakarlarsa orayı aydınlatıyorum. Ancak bakmadıkları yerde ne var, bende bilmiyorum. Ya feneri yakmazlarsa, o zaman onlara feneri yakmalarını söylüyorum. Yakmamaya devam ederlerse belki de madenin yanlış dehlizlerinde bir süre gidecekler ve bu gerçeklik te onlara yeni şeyler öğretecek. Ben eşlik ediyorum, yolculuklarında yanlarında oluyorum.
Karşılaştıkları geçmişin acılarını birlikte aşmaya, geleceğin kaygılarını birlikte eritmeye ve onları bugüne çekmeye çalışıyorum.
– Okuyucularımıza huzurlu olmaları için tavsiye edeceğiniz birkaç öneriniz olur mu?
Benim evrenin bize söylediklerini duymamız gerektiği. Yani evrenin yasaları ile uyumlu yaşam ve doğayı korumak.
Zamanın tek olduğunun, geçmiş ve gelecek denilen zaman biçimlerinin sadece düşünsel olduğunun, yaşananın şu anda olduğunun farkındalığında yaşamak.
Akış denilen; “anda kalmaktır”. Gerçekliğin içinde kabulü yaşamak; evet şu anda olanlar yorucu, üzücü, kaygı verici ancak düşünüldüğünde bu gerçekliğin kabul edilmesinin ve evrensel fırsatların görülmesinin bizi ileriye taşıyacağının ve bugünü doyum alarak yaşamamızı sağlayacağının farkındalığını yaşamak. Kabul konusundan sonra geriye iki kavram kalıyor. Echart Tolle’ ün söylediği gibi. Biri zevk almak, şu anda yaptıklarından ve yaşadıklarından zevk almak. Bu zevkin ileride yaşanacağını düşünerek geleceğe yatırım yapmak değil. Şu anda keyif aldığının içinde olmak. Son olarak ise zevk aldığın uğraşların gelecek planlarını da oluşturuyorsa coşku yaşamak. Yaşamın içinde evrenin yasaları ile uyumlu olmanın ve varlık olmanın gerçekliğini kavrayarak yaşamalarını onlara söyleyebilirim.
Bir başka söyleyeceğim; hepimizin içinde bir boşluk var. Tıpkı uçsuz bucaksız evrendeki boşluk gibi. Bu boşluğu doldurmak için sürekli bir uğraş içinde olmamaları bu boşluğu hissetmeye çalışmaları, boşlukla dost olmaları.
-Covid nedeniyle sevdiklerimizi kaybettiklerimiz, bunları kabul ve yas süreci ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Ölüm gerçekliğini yaşadığımız bir dönemdeyiz. Kayıplarımız her an artıyor. Sürekli herkesin ağzında “Çember daralıyor”. Sanki bizi yutacak bir girdap gibi. İnsanoğlunun söylemleri artık ölüm kaygısını azaltmıyor. “Hakka yürüdü”, “Hakkın rahmetine kavuştu”, “Ölüm şerbetinden içti” söylemleri kaygının önüne geçmiyor.
Sevdiklerimizin kaybında yaşanan süreç hepimiz için aynı. İnsan eliyle oluşturulan ölümler bilerek ya da bilmeyerek yakınları için daha travmatik bir deneyim haline geliyor. Ancak doğa olayları ve dışımızda yaşanan bir durumun ise kabul noktası daha kolay.
Yine de insanın sevdiklerini kaybetmesi bir yas dönemi. 6 ayın üzerinde yaşanan bir yas var ise ve kabul noktası henüz gerçekleşmemişse biz buna patolojik yani uzamış yas diyoruz. Bu durumda; kesinlikle bir profesyonel yardım alınmasının gerekliliği tartışılmaz. Ancak kaybın yaşandığı anda da profesyonel hizmet bu süreci kolaylaştırıyor.
Yas ve kayıp süreci aslında bir şok tepkisi ile başlıyor. Önceleri inanamıyoruz. Sanki bu ölüm gerçekleşmemiş gibi. Sonrasında pazarlıklar başlıyor. Keşke şunları yapsaydık bu gerçekleşmeseydi. Daha sonra öfke başlıyor. Gidene, topluma, siyasilere belki de kendimize. Sonrasında bir hüzün geliyor kaybın yarattığı boşlukla birlikte bir hüzün. Sonrası ile kabul ve özlem duyguları ile devam edecek bir hayat.