Toltek Bilgeliği
Bilgelik kavramı tarih boyunca farklı anlamlara gelmiştir. Felsefenin ilk adı bilgeliktir. Yunan felsefesinde bilgelik, aklın ürünü olan davranışlar üretmektir. Sokrates bu kavramı kendini tanımak için kullanmıştır.
Birçok felsefi akımlar bilgeliğin içeriğine farklı bakış açıları geliştirmiştir.
Stoacılar’a göre bilgelik doğaya uygun davranmaktır. Tıpkı Toltekler gibi.
- yüzyıldan önce ortaya çıkan, sonrasında da Meksika Kızılderelileri tarafından uygulanan bakış açısında Toltek; “bilgi insanı”anlamı taşır. Temsilcilerinden biri Don Miguel Ruiz’dir.
Toltek spritüelliğin önemli özelliği faydacılıktır.
Bir felsefi akım olarak faydacılık, gerçeğe ve eyleme yönelik pratik sonuçlar üzerine temellendirilir.
Faydacılık kavramı üzerine kurgulu Toltek bilgeliğinde insanı anlama çabası; dünyayı ve sevgiyi öğretme yolculuğudur. Toltekler; doğadaki herşeyi cinsiyetsiz ve canlı olarak tanımlarlar. Her şey değerlerden, kültürden bağımsız ve etiketlerden uzaktır.
İnsana bakış açıları; Tanrının bir yansıması olarak saf sevgi ve saf ışıktır. Herkes bir potada erimiş gibidir. Herkes birbirinin aynasıdır. Tıpkı Jung’un “gölge” kavramı gibi. “Karşı tarafta gördüğün kendinsin”. Yani ahlaki değerler, söylemler, gelenek ve görenekler aslında senin seçimin değil, sana çevreden sunulan gerçeklerdir (!). Buna inanç diyebiliriz. Bu inançlar tek doğrular ise; beraberinde yargıyı da getirir. Biz yargılıyorsak yargılanmak ta diğer bir gerçek olur. Bu durumda onu ötekileştirmek yada diğeri olmak her an yaşayacağımız korkuya dönüşür.
Gözlemlerimiz, anlatılanlar ve çevreden sunulanlar ile bize öğretilenler içselleştirilir. Bu öğretiler, kişiden ve toplumdan bağımsız gözleme ve deneye dayalı saf gerçekler değildir. Bu öğretiler kapsamında zihnimiz sanki bir inanç denizi halini alır. Biz içinde yüzeriz. Kendimizi ve çevremizi eleştiren bir yargıca dönüşürüz. Her an içimizde bir fail, bir kurban enerjisi oluşur. Kurban; içinde suçluluk ve utanç duygularını taşır. Fail ise; öfke ve tiksinme. Utancın bedende ifade bulduğu bölge karındır. Bu korku olarak görünür hale gelir. Bu o kadar büyük bir içselleştirmedir ki; bunun tersini düşünmek bile negatif duyguların kaynağı olur. Bu inançlar sorgulandığında içi boş bir teneke gibidir. Farkında olunmadığında; çok gürültü çıkarırlar. Sonrası mı? İçimiz de sönmek bilmeyen bir ateş. Tıp ki cehennemde cezalandırılan insanoğlu gibi.
Bu inanç sistemleri zihninizde bir sis haline gelir. Kendinizin sahip olduğu her şey sanki dışarıdan tanımlanmıştır. Siz ise bir kukla olmuşsunuzdur.
Attığınız her adımda, yanlışlar olabileceği düşüncesi ile risk almaktan korkar ve hareketsizleşirsiniz. Hareket ettiğinizde ise; başkalarının gözlerindeki ışığı görmek adına kendinizden vazgeçersiniz.
O zaman gerçek korkunun haricinde bizim zihnimizde ürettiğimiz korkular, hem kendimize duyduğumuz sevginin düşmanı, hem de kurduğumuz ilişkilerin kökenindeki zorlukların temeli haline gelir.
Bu zorlukları değiştirmenin yöntemi zihnimizi değiştirmekten yani öğrendiğimiz korkuların temelini değiştirmekten geçer.
Toltek bilgeliği; dört anlaşma kapsamında yapılacak eylemler ile zihinsel süreçlerin, buna bağlı korkuların değiştirilebileceğini söyler.
İlk yapacağımız eylem dilimizi değiştirmektir. Sözcükler bir kaderdir. Negatif olması halinde, kendi potansiyelimizi reddetmemizi sağlar ve kendilik alanımızı daraltır. Sözlerimizin; yargıdan uzak, arı ve tam olması değişimin en önemli adımıdır. Sözcükler; varsayımlar ve kurallar taşımamalıdır.
Bilmemiz gereken; kendimizi reddeden, başkalarını eleştiren, dedikodu yapan, şartlı söylemlerle sevgi arayan, sorgulamadan inanan, kendini haklı çıkarmaya çalışan tarafımızla vedalaşmaktır.
O zaman; sözümüzü özenle seçerek zihnimiz ve bireysel ilişkilerimizdeki iletişimimizi saf ve arı hale getirebiliriz. Buna kendinizi sevdiğinizi söyleyerek başlamaya ne dersiniz?
İkinci yapmamız gereken; yaşadıklarınızı kişiselleştirmemektir. Yaşamımız içinde olumlu ve olumsuz birçok deneyim yaşarız. Bunlardan olumsuz deneyimler bizlerde üzüntü, korku, öfke, hayal kırıklığı vb. duygular yaratır. Bazen sadece bizim başımıza geliyormuş gibi algılarız. Neden ben? diye sorarız.
Evrenin bizimle derdi yoktur. Her şeyin merkezinde biz değiliz. Yaşananları kişisel olarak algılamamak önemlidir. İnsanlar sizinle ilgili bir şey yapmazlar, kendileri ile ilgilidirler. O zaman insanların olumlu ve olumsuz düşüncelerini kendimiz üzerinden değerlendirmenin de bir anlamı yoktur. Kişinin eylemleri sadece kendisine yöneliktir.
Kişisel algılamayı bıraktığınızda, sadece kendinize güvenmeyi seçersiniz. Başkalarının söylemlerinden ve davranışlarından sorumlu olmaz ve etkilenmezsiniz.
Değişimin diğer adımı varsayımları bırakmaktır. Varsayımlar gerçek gibi algılanır. Varsayımların sonucu; insanların zihnini okumaktan çevremizdekilerin değişebileceğine inanmaya kadar uzanır. Varsaymak yerine gerçeği kabul etmek iyi bir çözüm yolu olacaktır.
Değişimin son adımı; yapabileceğimizin en iyisini yapmak üzerine kurguludur. En iyisini yapmaya çalışmak en iyisinin olacağı anlamına gelmez. Bazen içimizde ve dışımızda gelişen nedenlerle istediğimiz sonuçları elde edemeyiz. Çevremizi ve kendimizi suçlarız. Ama yapmamız gereken, içinde bulunduğumuz koşullar içinde en iyisini yapmaya çalışmak ve kendimize saygı duymaktır. Öz olan işe başladığınız niyettir.
Klinik Psikolog Fatih Dane