Psikolojik Hizmetler

Cinsel terapi; cinsel işlev bozukluklarının ortadan kaldırılarak sağlıklı cinsellik yaşanması amacıyla sorun yaşayan bireylere ve çiftlere uygulanan psikoterapi yaklaşımıdır.

Kişilerin cinsel yaşantıları yaşadığı kültürden, bedensel değişikliklerden, psikolojik dünyasındaki travmatik deneyimlerden ve sosyal koşullardan etkilenir.

Cinsellik sadece cinsel organlar arasındaki bir temas değildir. Kişinin kültürel birikimleri ve yaşantılara dayalı deneyimler cinsel işlev üzerinde etkili olur. Bazen yanlış inanışlar beklentileri etkiler ve kişilerin cinsel sağlığı üzerinde olumsuzluklar yaratır.

Cinsel terapide; terapist çiftler ve bireyler üzerinde çalışarak sorunun iyileştirilmesi sürecinde birlikte yol alırlar.

Cinsel sorun tıbbi veya biyolojik bir nedene bağlı ise, ilaç tedavisi düşünülmek zorundadır. Bu tedaviyi ürologlar, kadın hastalıkları ve doğum uzmanları bazen de psikiyatrik müdahale için psikiyatristler yapar.

Eğer cinsel sorun psikolojik etmenlerle ilişkili ise veya tıbbi bir nedene bağlı olarak gelişmiş ise cinsel terapi uygulanması sorunun ortadan kaldırılmasına yardımcı olur.

Cinsel sorunlar arasında; vajinismus, ağrılı cinsel ilişki, erken boşalma, geç boşalma, cinsel isteksizlik, erkeklerin sertleşme ve kadınların uyarılma ve orgazm bozuklukları sayılabilir.

Tedavi süresi kişinin psikolojik durumundan bağımsız değildir.

Psikoterapi bireysel anlamda; iki kişi arasında (psikoterapist ve danışan) danışanın terapi ortamına getirdiği probleme birlikte bakma ve yaşamında koyduğu değişim hedefleri doğrultusunda birlikte yürüme sürecidir.

Psikoterapist kendisine başvuran kişiyle birlikte, çözümlenmesi gereken bir problemle karşı karşıyadır. Bu kişiye ilişkin bilgileri elde eder, onun acısını dindirme, bedensel-psikolojik-zihinsel-toplumsal bütünlüğünü ve uyumunu arttırma yönünde birlikte adımlar atmasını sağlar.

Bu konuda ilk görüşme psikoterapinin ilk basamağıdır. Terapist; danışan odasına geldiği andan itibaren sözlü ve sözdışı mesajlarını takip eder. Danışanın hikayesini çözer.

Terapistte ilk görüşmede kısa olsa da kendisini tanıtır. Bilgi formu üzerinden danışana, ailesine, işine, medeni durumuna ve aile fertlerine ait bilgileri alır. Danışandan problemini kısa olarak tanımlamasını ister. Psikolojik ve fiziksel sağlık durumu ile ilgili bilgileri tamamlar.

Bilgilerin tamamlanmasını müteakip, psikoterapist geliş sebebi, bugün niye geldiği ve terapiden beklentileri konusunda danışandan bilgi alır.

Devam eden seanslarda danışanla birlikte terapotik hedefleri gerçekleştirmek için bir yolculuk yapar.

Bilişsel davranışçı terapi bir psikoterapi türüdür. İnsan davranışı ve duygulanımını inceleyen psikolojik modellerden yararlanılarak geliştirilmiştir. Bilimsel bir zemin üzerine kurulu olup pek çok psikiyatrik bozukluk ve geniş bir sorun alanında etkili olduğu kanıtlanmış bir tedavi yaklaşımıdır.

Davranış tedavileri, genel bir tanımla öğrenme ilkelerinin davranış bozukluklarının analiz ve tedavilerine sistematik bir biçimde uygulanışı olarak tanımlanabilir. Davranış tedavileri doğrudan uyumsuz davranışlar üzerine odaklanır. Davranışçı tedavide bireye tedavinin mantığı aktarılıp, kaygı verici durumlarla karşılaştığında kaçmak yerine, kaygıyla başa çıkmak konusunda ne tür yöntemler uygulayabileceği aktarılır.

Bilişsel teoriye göreyse çocukluk çağındaki deneyimler öğrenme yoluyla bazı temel düşünce, sayıltı ve inanç sistemlerinin oluşmasına neden olur. Bu temel düşünce ve inançlar „şema“ olarak adlandırılır. Bu şemalar katı düşünce kalıpları olup, yaşamın daha ileri dönemlerinde bireylerin kendileri ve yaşadıkları dünyaya ilişkin algılarını biçimlendirmekte kullanılır. Psikiyatrik bozukluklar, bireyin bilinçli olarak farkında olmadığı bu olumsuz kalıpların içeriğindeki temel düşünceleri destekleyen bir yaşam olayının ardından gelişir.

Tedavide danışan kişi ile terapist çeşitli sorunları belirlemek ve anlamak için, iyileşmeyi hedef alan bir işbirliği içinde düşünce, duygu ve davranışlar arasındaki ilişkiler konusunda çalışırlar. Bu yaklaşım genellikle “şimdi ve burada” üzerine, yani o anda güncel olarak kişide sıkıntı yaratan sorunlar üzerine odaklanır. Çeşitli hastalıkların yaşamı kısıtlayan etkileri hastayla birlikte saptanır. Bireyin hastalığı nedeniyle yapamadığı çeşitli aktiviteler tedavideki hedefler olarak belirlenir ve tedavi sonunda hastalığın yaşam alanlarında oluşturduğu kısıtlanmalar ortadan kaldırılarak yaşam kalitesinin iyileştirilmesi amaçlanır. Bu tedavi yaklaşımında tedavi süresi oldukça kısadır.

Kişinin öz kaynaklarını kullanarak sıkıntı yaratan durumlarla başa çıkabilmesine yardımcı olacak becerileri kazandırmak asıl hedeftir. Terapist ve danışanın birlikte çalışarak saptadığı hedeflere ulaşmak ve “değişim” yaratabilmek için seanslar sırasında öğrenilenler seanslar arasında uygulamaya geçirilir. Seans içinde terapistten öğrenilen bilginin beceriye dönüştürülebilmesi için uygulamada “ev ödevleri” ya da egzersizlerden faydalanılır.

Özetle bilişsel davranışçı terapi sıkıntı yaratan belirtileri hedef alan, sıkıntıyı azaltmayı, düşünce biçimlerini yeniden gözden geçirmeyi ve sorun çözmede yardımcı olacak yeni stratejiler öğretmeyi amaçlayan etkililiğini araştırmalarla gösterilmiş bir psikoterapi türüdür.

Bilişsel davranışçı terapilerde terapist ve danışan birlikte danışanın sorunu hakkında ortak bir fikir edinerek sorunu birlikte anlamaya, mevcut sorunun danışanın düşünce, duygu ve davranışlarını ve gün içindeki işlevlerini nasıl etkilediğini belirlemeye çalışırlar.

Danışanın kişisel sorunlarının anlaşılmasını izleyerek terapist ve danışan bir sonraki aşamada tedavi hedefleri belirleyip bir tedavi planı oluştururlar. Terapinin amacı danışanın sorunlarını çözmekte halen kullandığı baş etme yöntemlerinden daha yararlı olabilecek yeni çözümler üretebilmesini sağlamaktır. Bunu izleyerek, danışanın terapi seansları içinde öğrendiklerini terapi seansları arasındaki süreç içinde de uygulaması istenir.

Pratik bir takım zorunlu durumlar bir yana bırakıldığında (belli bir süreyle terapiye gelebilme imkanı gibi) terapinin ne kadar süreceği terapistle danışan tarafından birlikte belirlenir. Genellikle 2-3 seanstan sonra ilk seanslarda ortaya konulan amaçlara ne kadar sürede ulaşılabileceği konusunda terapistin bir fikri oluşabilir. Bazı danışanlar için 6-10 görüşme gibi çok kısa bir süre yeterli olabilir. Daha uzun süreli çözüm gerektiren kişilik bozuklukları gibi durumlarda danışanlar aylarca hatta bir yılı geçen bir süre boyunca terapiye devam etmek durumunda kalabilirler. Danışanla başlangıçta, çok ağır bir kriz durumu söz konusu değilse haftada bir kez görüşülür. Kişi kendini daha iyi hissetmeye başlar başlamaz seansların aralığı açılmaya başlar önce 15 günde bir daha sonra üç haftada bire doğru görüşmeler kademeli olarak seyrekleştirilir. Bu henüz terapide iken öğrenilen becerilerin gündelik hayat içinde uygulanarak denenmesi şansını verir. Terapi sona erdikten 3, 6 ve 12 ay sonra birer güçlendirme seansı yapılır.

Bilişsel davranışçı terapi ile birlikte ilaç tedavisinin birlikte yürümesi mümkündür. İlaç kullanılması gerektiğini düşündüğü durumda terapistiniz bu durumu size söyleyerek durumun avantajlarını ve dezavantajlarını sizinle tartışacaktır. Birçok durum hiç ilaç kullanmadan tedavi edilebileceği gibi sadece ilaç kullanımıyla geçen sorunlar söz konusu olabilir. Her iki tedavi türünün de etkili olduğu durumlarda tercih danışmaya gelen kişiye bağlıdır. Bazı durumlar genellikle iki tedavinin birlikte kullanımına daha iyi cevap verir.

Bilişsel davranışçı terapinin çocuk ve ergenlerde kullanımı da oldukça iyi sonuçlar vermiştir. Genellikle depresyon, anksiyete bozuklukları, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, enürezis noktürna, travma ve travma sonrası stres bozukluğuyla ilişkili semptomların tedavisinde kullanılır.

Bu terapi türünün etkililiğini gösteren bilimsel veriler mevcuttur. Bu veriler bilişsel davranışçı terapinin aşağıda sayılan sık görülen psikiyatrik bozuklukların tedavisinde etkili olduğunu göstermiş ve bilişsel davranışçı terapi bu bozuklukların tedavisini konu alan pek çok kılavuzda etkili bir tedavi yöntemi olarak yer almıştır:

  • Anksiyete bozuklukları
  • Obsesif kompulsif bozukluk
  • Panik bozukluk
  • Hipokondriyazis
  • Travma sonrası stres bozukluğu
  • Yaygın anksiyete bozukluğu
  • Depresyon
  • Cinsel işlev bozuklukları
  • Çift tedavileri ve aile terapileri
  • Alkol ve madde kötüye kullanımı
  • Yeme bozuklukları
  • Somatoform bozukluklar
  • Sosyal fobi
  • Özgül fobiler
  • Tik gibi çeşitli davranış problemleri
  • Yeme bozuklukları
  • Ayrıca KDT’nin aşağıda yer alan diğer durumlarda da tedaviye katkı sağladığı gösterilmiştir:
  • Şizofreni
  • İki uçlu bozukluk (Bipolar bozukluk)
  • Öfke kontrolü
  • Kişilik bozuklukları
  • Ağrı kontrolü
  • Çeşitli sağlık sorunlarına uyum sağlama
  • Uyku bozuklukları

Carl Jung tarafından geliştirilen biyolojik güdülere daha az, ,  ve dinsel sembolizm gibi farklı faktörlere daha çok odaklanan Freud’un psikanalizinin bir varyasyonudur.

Jung psikolojisi olarak da bilinen analitik psikoloji, İsviçreli psikiyatrist Carl Gustav Jung tarafından kurulan psikolojide bir düşünce ekolüdür. Bu yaklaşım, bireysel ruhun ve bütünlük için kişisel arayışın önemini vurgular. Özellikle arketipler ve semboller aracılığıyla bilinçdışı zihnin bireyin düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını şekillendirmedeki rolünü araştırır.

Jung’a göre ruh üç ana bileşene ayrılır: ego, kişisel bilinçdışı ve kolektif bilinçdışı. Ego bilinçli zihni temsil ederken, kişisel bilinçdışı unutulmuş veya bastırılmış anıları ve deneyimleri içerir. Analitik psikolojide benzersiz bir kavram olan kolektif bilinçdışı, bilinçdışı zihnin tüm insanlar tarafından paylaşılan ve evrensel semboller ve temalar olan arketiplerden oluşan kısmını ifade eder.

Analitik psikolojideki kilit kavramlardan biri de, bir kişinin gölge, anima ve animus gibi kişiliğinin farklı yönlerini kucaklayıp bütünleştirerek benzersiz, bütünleşmiş bir birey haline geldiği süreç olan bireyleşmedir.

Analitik psikoloji sanat, edebiyat ve maneviyat da dahil olmak üzere çeşitli alanları etkilemiştir. Ayrıca kişilik tipleri, rüyalar ve sembollerin incelenmesi gibi diğer psikolojik teorilerin geliştirilmesine de katkıda bulunmuştur.

Travma sonrası stres bozukluğu, anksiyete bozukluğu, depresyon, fobilerde etkili ve hızlı sonuç veren bir psikoterapi yaklaşımıdır. Geçmişte ya da günümüzde yaşanan travmaların etkilerini azaltarak psikolojik problemlerin tedavisinde kullanılır. Hipnotik bir süreç değildir, kişi bu travmatik anıları çalışırken bilinçli ve kendindedir. Her yaş grubunda kullanılabilir.

Emdr Nedir ?

EMDR terapi (Eye Movement Desensitization and Reprocessing) veya Türkçe adı ile “Göz Hareketleri İle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme Terapisi” bireylerin kötü, rahatsız edici yaşam deneyimlerinin sonucunda ortaya çıkmış olan rahatsızlıkların tedavisinde kullanılan psikoterapi yöntemidir.

 

Kötü yaşanmışlıkların ardından ortaya çıkan duygusal sorunlar ve düşünsel ve davranışsal problemlerin iyileştirilmesinde etkili bir terapi yöntemi olan EMDR terapi, bireylerin gözleri sağa ve sola hareket ettirmesi sonucunda beynin iki yarımküresinin uyarılmasını temel almaktadır. Göz hareketleriyle iki yarımkürenin uyarılması sonucunda bireylerdeki rahatsızlık veren duygu, düşünce ve davranış şekilleri üzerine yoğunlaşmak mümkün olmaktadır. EMDR terapi ile rahatsızlıkların, sorun yaratan duygu, düşünce ve davranışların ortadan kaldırılması mümkündür.

 

EMDR terapi, zihinde yer edinmiş olan kötü anıların, yaşanmışlıklara ait bilgilerin yeniden işlenmesine yol açmaktadır. Böylece bireylerdeki kötü ve rahatsızlık verici anıların ne olduğu saptanarak, bu anıların yol açtığı rahatsızlıkların ne olduğu, neden olduğu belirlenmekte ve bilgiler yeniden işlenerek kötü anıların değiştirilmesi mümkün olmaktadır. EMDR terapide, bireylerin sahip olduğu rahatsızlıkların, sorunlu duyguların ve düşüncelerin, geçmişte yaşanan kötü anılardan kaynaklandığını savunulmakta ve bu anıların değiştirilmesi ile rahatsızlıkların giderilebileceğini belirtilmektedir.

EMDR Nasıl Geliştirildi?

EMDR terapi, 1987 yılında Amerikalı psikolog Dr. Francine Shapiro’nun göz hareketlerinin rahatsızlık veren düşüncelerin etkisini azaltabileceği tesadüf eseri keşfetmesi ile ortaya çıkmıştır. Shapiro, tesadüfen keşfettiği bu bilgiyi geçmişte travmatik olaylar yaşamış kişiler üzerinde incelemiş ve başarıya ulaştığını gördükten sonra bilimsel çalışmalarını yayınlamıştır. EMDR terapi, ortaya çıkışının ardından araştırmacılar ve terapistlerce geliştirilerek bugünkü formuna ve işlevine kavuşmuştur. Günümüzde ise EMDR terapi, pek çok farklı terapi ekollerinin içinde barındıran etkili bir terapi yöntemi olarak dünyanın her yerinde kullanılmaktadır.

EMDR Terapinin Temeli Nedir?

EMDR terapinin nasıl işlediğini anlayabilmek için öncelikle EMDR terapinin temelini oluşturan “Adaptif Bilgi İşleme” modeline göre beyinde bilgilerin nasıl işlendiği ve depolandığını kavramak gerekmektedir. Bu modele göre bireylerin yaşadığı her yeni deneyimde beyin bilgiyi işleyerek kullanılabilecek hale getirmektedir. Bu deneyimlerle beyne giriş yapan duygu, düşünce, ses, koku gibi bilgiler beyinde işlenmekte ve anı ağlarına bağlanarak beyin içerisinde bütünleşmektedir. Böylece bu deneyimlerle ilgili öğrenme gerçekleşmektedir. Beyinde işlevsel hale getirilen ve öğrenilen bilgiler, gelecekte herhangi bir anda kullanılmak üzere beyinde depolanmaktadır.

 

 

Adaptif Bilgi İşleme Modeline göre, bireylerin yaşadığı travmatik olaylar beyinde bilgi işleme süreci doğru işlememektedir. Travmatik deneyimler sonucunda elde edilen bilgiler beyinde işlenerek kullanılır hale getirilemez ve beyin içerisindeki anı ağlarına dahil edilemez. Bu bilgiler anı ağlarına bağlanamadığı ve anlamlandırılamadığı için öğrenme gerçekleştirilemez. Travmatik deneyimlere ait bilgiler duygu, düşünce, ses, koku, duyum halinde ilk alındığı şekliyle depolanmış olur. Bu da sağlıksız sonuçlar ortaya çıkararak, psikolojik problemlere yol açmaktadır. Travmatik olaylardan edinilen ve ilk günkü şekliyle korunan bilgiler, bireylerin yaşadığı bir durum ile tetiklenirse bireyler yaşadıkları kötü anı yeniden yaşamış gibi olurlar.

 

EMDR Terapi Nasıl İşler?

EMDR terapide danışanlara çift yönlü uyarım verilerek zihinde yer alan kötü anılara ulaşılmaya çalışılır. Verilen çift yönlü uyaranlar göz hareketleri, kulaktan sesli uyaran veya dokunsal uyaran şeklinde verilebilir. Uyaran verme işlemi terapinin temelini oluşturmaktadır. Beyne verilen bu uyaranlar sayesinde beynin iki yarımküresi arasında bir geçiş sağlanmış olur ve kötü deneyimler sonucunda beyinde yer edinen anılara daha kolay bir şekilde ulaşılır. Kötü anılara ulaşma işleminden sonra ise bu anılar yerine olumlu olanların konulması işlemi gerçekleşir. Böylece bireylerin kendilerini güvende hissettikleri ve güçlü olduklarını düşündükleri bilgilere ortaya çıkmış olacaktır.

 

EMDR terapisi nasıl uygulanır?

EMDR terapi, danışanların bilinci açıkken uygulanan bir terapi yöntemidir. Terapi sürecindeki ilk aşama bireylerin olumsuz izler taşıyan bir anıyı zihninde canlandırması ve çift yönlü uyaran verilmesidir. Bu uyaranlar, gözleri sağa sola hareket ettirerek, kulaklıkla ses verilerek veya danışanların ellerine titreşim verilerek dokunma şeklinde gönderilmektedir. Zihinde canlandırılan anı ve verilen uyaranlarla birlikte bireylerin hangi duyguları hissettiği üzerine yoğunlaşılır. Bu aşamadan sonraki adım, anıların yeniden işlenerek yerine olumlu düşüncelerin konulmasıdır. Böylece bireylerin rahatsızlıkları tedavi edilmiş olur ve gelecekte bu rahatsızlıklar ile ilgi sorun yaşamaları engellenir.

 

EMDR Terapi Aşamaları

EMDR terapi uygulanırken belirli aşamalardan geçilmektedir. Bunlar danışan geçmişinin sorgulanması, terapiye hazırlık aşaması, değerlendirme aşaması, desensitizasyon, yerleştirme aşaması, beden tarama, kapanış ve yeniden değerlendirmedir.

  • Danışan geçmişinin sorgulanması: Terapinin ilk aşaması olan danışan geçmişinin sorgulanmasında, danışanların sorunlarının kaynağı ve terapi sürecinin ardından gelecek hedefler belirlenmekte ve terapist tarafından bir terapi planı oluşturulmaktadır.
  • Hazırlık: Bu aşamada danışanlar terapi hakkında bilgilendirilir ve terapi aşamalarının ne olduğu danışanlara aktarılır. Böylece danışan terapi sürecine hazır hale getirilir.
  • Değerlendirme: Değerlendirme aşamasında, terapist danışanın hedef anısı ile ilgili inancının, hislerinin ne olduğunu belirlemeye ve bu anıyı pozitife çevirme konusundaki arzusunu anlamaya çalışır.
  • Duyarsızlaştırma: Bu aşamada ilk olarak danışan travmatik anı üzerine yoğunlaşır ve o anı ile ilgili düşüncelerini ve hislerini ortaya koyar. Daha sonrasında ise danışan bu anının zihnine ve bedenine ne yaptığını fark eder ve zihnini serbest bırakır. Tüm bunlar olurken terapist parmağı danışanın hareketlerini kontrol eder, danışan gözleri ile terapisti takip eder. Böylece zihnin her iki yarımküresi de harekete geçmiş olur.
  • Duyarsızlaştırma aşamasına kadar olan işlemler anıların kişiler üzerindeki etkisi hafifleyinceye ve anı ile ilgili daha pozitif düşünceler ortaya çıkana kadar aynı şekilde devam eder. Danışan bu seanslarda terapist tarafından yönlendirilir, terapist burada yol gösterici konumdadır. Terapi süreci bundan sonra yeniden yapılandırma aşamaları ile devam eder.
  • Yerleştirme: Danışanların anılar üzerinde oluşan pozitif düşüncelerinin, inançlarının pekişmesi amacıyla yerleştirme çalışması uygulanır.
  • Beden tarama: Beden taranması, danışanın terapi süreci devam ederken anı ile ilgili rahatsızlık duyduğu bir şey olup olmadığını kontrol etmek amacı ile yapılır.
  • Kapanış: Bu aşamada terapist danışana terapi süreci ile ilgili geribildirim verir. Danışanın huzur bulabilmesi için bazı teknikleri üzerinde durulur ve uygulanır. Terapist danışana tedavi sürecinin ardından neler olacağını açıklar ve olabilecek tepkileri ile ilgili notlar alarak geribildirim vermesini ister.
  • Yeniden değerlendirme: Yeniden değerlendirme tedavi sürecinin amacına ulaşıp ulaşmadığını kontrol etmek amacı ile uygulanmaktadır. Terapist danışandan aldığı notları ile ilgili geribildirim vermesini ister ve bunları değerlendir. Değerlendirme sürecinin ardından olumsuz sonuçlar ortaya çıkmaya devam ediyorsa terapiye devam edilir. Olumlu sonuçlar elde edilmişse başka anılar üzerinde çalışılmaya devam edilir.

Terapi aşamaları bittiğinde geçmişte yaşanmış travmatik anıların bugünkü duygu, düşünce ve davranışlar üzerindeki etkisi önemli ölçüde kaybolmaktadır. Yeniden değerlendirme aşaması ile de bu değişimin kalıcı olup olmadığı kontrol edilmiş ve değişim pekiştirilmiş olur. Böylece terapi sürecinin gelecek ile ilgili olan kısmına adım atılır. Gelecek ile ilgili kısımda bireylerin travmatik anıları sonucunda verdiği olumsuz tepkiler olumluya çevrilir.

 

Bu aşamada terapist danışana arzuladığı davranış ve duyguları belirlemesini söyler ve belirlenen bu duygu ve düşüncelerin içerildiği senaryolar oluşturulur. Danışan oluşturulan senaryoları zihninde yaşar ve bu senaryolarla ilgili bir sorun olup olmadığına karar verilir. Sorun yok ise danışan olumsuz davranışlara yol açan anılarla baş etmeye hazır hale gelmiş demektir. Sorun var ise bu sorunların giderilmesi ve yeni bilgilerin kazandırılması üzerine çalışılır.

 

EMDR ne kadar sürede uygulanır?

EMDR terapinin kaç seans süreceği danışana ve yaşadığı rahatsızlığın ne boyutta olduğu, bu rahatsızlığa sebep olan travmatik anıların boyutu gibi değişkenlere bağlı olarak değişmektedir. EMDR terapi bazı durumlarda çok kısa sürede etkisini gösterebilirken, danışanların yaşadıklarına bağlı olarak bazı durumlarda çok daha uzun sürmektedir. Bu terapi yönteminde bazen tek bir seansta dahi aşama kaydedilebilmektedir.

 

EMDR terapi için önerilen minimum 3 seansın yapılmasıdır. Bunun nedeni danışanların duygu ve düşüncelerinin 3 seansta çözülerek, işlenmesinin daha sağlıklı olduğudur. EMDR terapi, daha zorlu rahatsızlıklara sahip danışanlarda 8-10 seansa kadar sürebilmektedir. Depresyon gibi yoğun bir terapi süreci gerektiren rahatsızlıklarda ise terapi sayısı 20’ye kadar çıkabilmektedir.

EMDR Terapi Kimlere Uygulanır?

EMDR terapi, her yaştan ve her cinsiyetten birey için uygun bir terapi yöntemidir. Bunun yanı sıra EMDR terapinin çocuklara uygulanabilmesi için, terapi eğitimini özellikle çocuklar üzerinde uygulamak için almış terapistlerin bu uygulamayı yapması gerekmektedir.

 

EMDR terapi, pek çok psikolojik ve psikosomatik rahatsızlığın tedavisinde kullanılabilmektedir. Bu rahatsızlıklar şöyledir;

  • Kaygı bozuklukları
  • Fobiler
  • Taciz, tecavüz, ölüm, işkence, kaza gibi olaylar sonucunda yaşanan stres bozukluğu
  • Depresyon
  • Cinsel işlev bozukluğu
  • Yeme bozukluğu
  • Uyku bozukluğu
  • Fibromiyalji
  • Migren
  • Kronik ağrılar
  • Performans kaygısı
  • Stres

EMDR Terapi Sonrasında Yaşanan Rahatsızlıkların Tekrar Etme İhtimali Var Mıdır?

EMDR terapide bireylerin travmatik olaylar sonucunda zihinlerinde aynı şekilde yer edinen anılar üzerinde çalışılır. Amaç bu anıların yarattığı olumsuz etkinin, psikolojik sorunların giderilmesidir. EMDR terapi yaşanılan kötü olayların unutulması için kullanılmaz. EMDR terapi de birey anıları hatırlar ancak daha önce olduğu gibi bu anılardan olumsuz etkilenmez ve büyük, sorunlu tepkiler göstermez. Bu sebeple EMDR terapi sonrasında anılar üzerindeki olumsuz tepkilerin tekrar ortaya çıkmayacağını söylemek mümkündür.

Psikodinamik psikoterapi, temelde psikanalitik kavramlardan yararlanılarak şekillendirilmiş bir yöntemdir. Çıkışında en etkili isim Sigmund Freud olmuştur ve Sigmund Freud’un bu araştırmasının devamında da nesne ilişkileri teorisyenleri, ego psikologları, ilişkisel psikanalistler ve bağlanma kuramcıları gibi pek çok teorisyen tarafından şekillendirilmeye devam etmiştir. Freud’a göre bu terapi yönteminde kişinin davranışlarının altında yatan psikodinamik nedenler bulunmaya çalışılır, yani terapi aslında bilinç dışı/bilinç altı üzerine kurgulanır. Freud’un burada amacı kişide bulunan semptomları yok etmekten ziyade bilinçaltına kadar uzanıp sorunu kökten halletmektir. Doğru şekilde uygulanmasıyla kişinin hayatı daha mutlu ve dengeli bir hal alır.

Psikodinamik terapi sürecinde bilinç dışı olayların detaylarına ve etkilerine bakılır. Bu bilinç dışı etkiler bırakan olaylar üzerinde durulup çözüm bu noktada uygulanır. Psikoanalitik kuram üzerine kurulu olan psikodinamik teori; insan zihnini 3 katmana ayırmaktadır. Bilinç, bilinç altı ve bilinç dışı bu katmanlardır. Terapide bu katmanlar arası geçişler vardır.

İlişkisel psikodinamik temele göre öncelik olarak kişinin başkalarıyla olan ilişkisi vardır. Psikodinamik terapi, terapist ve danışan arasındaki ilişki aracılığıyla danışanın iç dünyasını serbest çağrışımı kullanarak anlamaya çalışır. Bunu anlayarak kişinin geçmiş ilişki örüntüleri ve geçmiş yaşam ilişkilerinin farkına varması sağlanır. Bu ilişkisel detaylar terapist ile mevcut ilişkisine aktarılarak ilişki örüntüsü araştırılır. Kişi kendi duygularının ve fikirlerinin ifadesini keşfeder. Bununla birlikte; sorun teşkil edici düşünce ve duygulardan, arzulardan, fantezilerden, tekrarlayan ilişki kalıplarından ve geçmiş deneyimlerden kaçınmaya çalışır. Terapide vurgu, terapötik ve kişilerarası ilişkiler üzerinedir.

Psikodinamik Değerlendirme Nedir?

Psikodinamik değerlendirme, terapi sürecinde bireyin kendisinde geçmişte yaşadığı olayların ve bilinçaltı/bilinçdışındaki etkenlerin değerlendirilmesidir. Terapist danışanın doğum öncesinden başlayarak tüm yaşam hikayesini belli bir kronolojik sıra ile anamnez formatı içerisinde alır. Terapist, danışanla iletişim halindedir ve psikodinamik değerlendirme de bu iletişim esnasında terapist tarafından yapılır. Değerlendirme sonucuna göre terapist formülasyonunu yapar, terapinin gidişatı, süresi ve sıklığı belirlenir.

Psikodinamik Yaklaşım Nedir, Amacı Nedir?

Psikodinamik yaklaşımda pek çok teorisyen görüşlerini ifade etmiş ve gelişim araştırmaları yapmıştır. Temel şekilde psikodinamik yaklaşım; bilinçdışı dürtü çatışma kavramına, psikoseksüel düzeye, kişiliğin temeline, nesne ilişkileri ve kendilik tasarımlarına, libidoya ve psikanalitik teoriye dayanmaktadır. Bireyin biyolojik yapısından psikolojiye dayalı seksüel gelişimine ve sosyal alandaki davranış biçimine kadar tüm aşamaları ayrıntılı olarak inceleyen psikodinamik yaklaşım, çocuklukta ortaya çıkan ilk ilişkilere dayanmaktadır. Psikodinamik yaklaşıma göre olumsuz deneyimler yaşayan tüm insanlar bu durumları hatırlamasalar bile yetişkinliklerini etkilerler.

Psikodinamik Psikoterapi Nedir?

Psikodinamik psikoterapi, temelde psikanalitik kavramlardan yararlanılarak şekillendirilmiş bir yöntemdir. Çıkışında en etkili isim Sigmund Freud olmuştur ve Sigmund Freud’un bu araştırmasının devamında da nesne ilişkileri teorisyenleri, ego psikologları, ilişkisel psikanalistler ve bağlanma kuramcıları gibi pek çok teorisyen tarafından şekillendirilmeye devam etmiştir. Freud’a göre bu terapi yönteminde kişinin davranışlarının altında yatan psikodinamik nedenler bulunmaya çalışılır, yani terapi aslında bilinç dışı/bilinç altı üzerine kurgulanır. Freud’un burada amacı kişide bulunan semptomları yok etmekten ziyade bilinçaltına kadar uzanıp sorunu kökten halletmektir. Doğru şekilde uygulanmasıyla kişinin hayatı daha mutlu ve dengeli bir hal alır.

Psikodinamik terapi sürecinde bilinç dışı olayların detaylarına ve etkilerine bakılır. Bu bilinç dışı etkiler bırakan olaylar üzerinde durulup çözüm bu noktada uygulanır. Psikoanalitik kuram üzerine kurulu olan psikodinamik teori; insan zihnini 3 katmana ayırmaktadır. Bilinç, bilinç altı ve bilinç dışı bu katmanlardır. Terapide bu katmanlar arası geçişler vardır.

İlişkisel psikodinamik temele göre öncelik olarak kişinin başkalarıyla olan ilişkisi vardır. Psikodinamik terapi, terapist ve danışan arasındaki ilişki aracılığıyla danışanın iç dünyasını serbest çağrışımı kullanarak anlamaya çalışır. Bunu anlayarak kişinin geçmiş ilişki örüntüleri ve geçmiş yaşam ilişkilerinin farkına varması sağlanır. Bu ilişkisel detaylar terapist ile mevcut ilişkisine aktarılarak ilişki örüntüsü araştırılır. Kişi kendi duygularının ve fikirlerinin ifadesini keşfeder. Bununla birlikte; sorun teşkil edici düşünce ve duygulardan, arzulardan, fantezilerden, tekrarlayan ilişki kalıplarından ve geçmiş deneyimlerden kaçınmaya çalışır. Terapide vurgu, terapötik ve kişilerarası ilişkiler üzerinedir.

Psikodinamik Değerlendirme Nedir?

Psikodinamik değerlendirme, terapi sürecinde bireyin kendisinde geçmişte yaşadığı olayların ve bilinçaltı/bilinçdışındaki etkenlerin değerlendirilmesidir. Terapist danışanın doğum öncesinden başlayarak tüm yaşam hikayesini belli bir kronolojik sıra ile anamnez formatı içerisinde alır. Terapist, danışanla iletişim halindedir ve psikodinamik değerlendirme de bu iletişim esnasında terapist tarafından yapılır. Değerlendirme sonucuna göre terapist formülasyonunu yapar, terapinin gidişatı, süresi ve sıklığı belirlenir.

Psikodinamik Yaklaşım Nedir, Amacı Nedir?

Psikodinamik yaklaşımda pek çok teorisyen görüşlerini ifade etmiş ve gelişim araştırmaları yapmıştır. Temel şekilde psikodinamik yaklaşım; bilinçdışı dürtü çatışma kavramına, psikoseksüel düzeye, kişiliğin temeline, nesne ilişkileri ve kendilik tasarımlarına, libidoya ve psikanalitik teoriye dayanmaktadır. Bireyin biyolojik yapısından psikolojiye dayalı seksüel gelişimine ve sosyal alandaki davranış biçimine kadar tüm aşamaları ayrıntılı olarak inceleyen psikodinamik yaklaşım, çocuklukta ortaya çıkan ilk ilişkilere dayanmaktadır. Psikodinamik yaklaşıma göre olumsuz deneyimler yaşayan tüm insanlar bu durumları hatırlamasalar bile yetişkinliklerini etkilerler.

Psikodinamik terapi ile danışanın hayatındaki tekrarlayan kalıplar, sebepler ve sonuçlar araştırılır. Kişinin hayatında yaşanan olaylar dış etkenlerden ayrıştırılır ve danışan daha net bir farkındalıkla öz güç duygusu deneyimler, farkındalık sonrası, anlama, kararlar verme, eyleme geçme ve yeniden optimizasyonlar gibi süreçlerden geçilir. Deneyimlerin etkileri için değerlendirmeler yapılır. Bunun için öncelikle danışanın dış dünyada yaşadıklarını kendi iç dünyasında yaşadıklarıyla daha net bir şekilde ilişkilendirebilmesi gerekir ve bu doğrultuda danışan yaşadığı deneyimleri psikodinamik süreçte hatırlayarak içgörü kazanmaya çalışır. İçgörü kazanan bir danışan, hayatının tam kontrolünü ele geçirmek için kararlı adımlar atabilir. İnsan, geçmişte yaşadığı ve dış dünyasında kendisinden bağımsız olarak yorumladığı olaylar ile kendi sebepleri ve sonuçları arasında daha net bağlantılar kurabilir. Bu sayede danışan, hayatında karşılaştığı kısır döngüler ve tıkanıklıklarda yeni farkındalıklar kazanarak bazı açılımlar yaşayabilir. Terapi süreci, danışanın kendi seçimlerinin ve kendi gücünün farkına varması sayesinde gerçekleşir. Bu terapinin danışanın üzerinde subjektif bir etkisi olacaktır.

Psikodinamik ve Psikanalitik Terapinin Farkı Nedir?

İki yaklaşım benzerdir ve bazen literatürde birbirinin yerine kullanılır ancak temelde farklıdırlar. Hedefleri benzer olsa da uygulama ve iş pratiğinde farklılıklar vardır.

Her iki yaklaşım da psikanalitik teorilere dayanmaktadır. Yani her iki yöntem da bilinçdışının varlığını kabul etmekte ve terapilerini buna dayandırmaktadır. Psikanalitik terapide, terapötik çalışmanın çerçevesi ve temel unsurları psikanalizdekiyle aynıdır. Bununla birlikte, psikodinamik terapiler uygulama açısından daha esnektir.

Psikanalitik çalışmanın derinliklerine inildikçe çerçevenin daha net ve katı bir çalışma pratiği olduğu söylenebilir. Psikanalitik terapist kendi analizinden geçmiştir veya bu bir süreçtedir. Özetle; psikodinamik ve psikanalitik araştırmalar arasında terapinin süresi, terapist etkinliği, terapinin çerçevesi ve derinleşmesi açısından farklılıklar vardır.

Psikodinamik Yaklaşımla Terapi Nasıl Yapılır?

Psikodinamik yöntemde kişi, kendisine sıkıntı veren duygu ve davranışlarını uzmana anlatır. Buradaki temel amaç, kişinin kendi ve ötekileri algılamasındaki tutarsızlıklardan kaynaklanan duygusal çatışmalarını netleştirme, yüzleştirme, yorumlama, aynalama, aynalayarak yorumlama, aktarım-karşı aktarım analizleri gibi pek çok psikodinamik terapi yönteminin müdahalelerini kullanarak iyileştirme sağlamaktır. Psikodinamik yaklaşımda mutsuzluğa neden olan ilişki ve davranışların temeli için içgörü oluşturularak, kişinin bilinçlendirilmesi sağlanır. Bu doğrultuda terapist, çocukluktan başlayarak danışanın deneyimlerini dinler ve inceler. Bu şekilde danışan kendini ve duygularını tanımaya hazırlanır. Hayatının ve onu etkileyen sorunların farkında olan danışan, davranışsal tutumlarını gönüllü olarak değiştirmeyi düşünür. Günümüzde sorunlarla baş etme çabalarını ve savunmalarını da dile getiren birey, kendi kendine bozulan kalıpların farkına varır. Olaylarla baş etmesini engelleyen tutumlarını değiştirir. Amaç, danışanın kişiliğinde sorunlara neden olan yönlerden haberdar olmasını sağlamak ve çözümde sağlıklı değişiklikler yapılmasını sağlamaktır. Erken çocukluk deneyimleriyle ilgili hayal kırıklıkları ve bunların yetişkin yaşamı üzerindeki etkileri, anksiyete ve depresyonun önünü açar. Depresif ve anksiyöz kişinin bağımlılık, davranışlarını kontrol edememe, öfke kontrolünü sağlayamama ve yakın ilişkiler kuramama gibi sorunları vardır. Psikodinamik yaklaşıma göre sorunlar, çocuklukta yaşanan duygusal sorunlardan kaynaklanır. Kişi geçmişte kullandığı başa çıkma yöntemlerini, kendini savunma mekanizmalarını terapiye sokar. Sorunlarla, savunmalarla ve yakın ilişkilerdeki çatışmalarla başa çıkmanın eski yöntemleri terapiye getirilir. Danışana içgörü kazandırılarak uyumunu bozan örüntü tanımlanır ve anlaşılır.

Psikodinamik Terapide Neler Kazanılır?

Psikodinamik terapi, danışanın mevcut davranışında kendini gösteren bilinçsiz süreçlere odaklanır. Psikodinamik terapinin amacı, danışanın geçmişinin mevcut davranışları üzerindeki etkilerini anlamak, kişiliğinin bilinmeyen yönlerini keşfetmek ve içgörü kazandırmaktır.

Psikodinamik Psikoterapi Süresi

Psikodinamik psikoterapi, süreç anlamında oldukça değişkenlik gösterebilmektedir. Terapide amaç kişinin geçmişten gelen, bilinçaltı da dahil olmak üzere, sorunlarına dair psikolojik iyilik halini sağlamaktır. Sorunların çözümünün ne zaman sağlanacağı ise pek çok faktöre bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Öncelikle terapi süresince en önemli noktalardan biri, danışanın terapinin fayda sağlayacağına tam olarak güveniyor olup olmamasıdır. Eğer terapinin etkisiz olacağını düşünüyor veya terapiste tam anlamıyla güvenmiyorsa süreç uzamaktadır, çünkü terapistin bu güveni sağlaması için de ekstra bir zaman gerekmektedir. Bununla birlikte, geçmişte yaşanan travma vb. olayların sayısı ve yaşanan olayların büyüklüğü de terapi süresini etkilemektedir.

Psikodinamik terapi kısa veya uzun süreli terapi olarak bireysel psikoterapiye uygundur. Kısa psikodinamik terapi hedefe yöneliktir ve 25 seansa kadar sürebilirken, uzun süreli psikodinamik terapi iki yıl veya daha fazla sürebilir.

Psikodinamik Psikoterapi Kimler için Uygundur?

Psikodinamik terapi de diğer tüm terapi yöntemleri gibi belli bir grup için uygundur. Detaylandırmak gerekirse, psikolojik terapiye ihtiyaç duyan kişilerde öncelikle problemin ne olduğu uzman tarafından anlaşılır. Bu probleme yönelik en uygun psikoterapi yöntemi seçilir ve uygulanır. Bu noktada psikodinamik psikoterapi de bir seçenek olarak bulunur. Şimdi psikodinamik psikoterapinin hangi kişiler için en uygun olduğunu daha detaylı inceleyelim.

  • Kişi eğer uzun süredir çözemediği problemlere ve olumsuz ilişkilere sahipse
  • Hayattaki konum ve amacını sorgulamakla beraber depresyona yakın olduğunu düşünüyor ise
  • Psikosomatik şikayetlere sahipse
  • Kişiler arası nevrotik çatışmalardan sıkıntı duyuyor ise
  • Hassas bir kişilik yapısına sahip olunduğu düşünülüyor ise
  • Fobileri, takıntıları veya karşı cinsle ilişkisinde cinsel problemleri var ise
  • Borderline, narsisistik, şizoidi kişilik problemleri ve bozukluklarında
  • Anksiyete bozuklukları ve panik atak problemlerinde
  • İlişkide bağlanmaktan kaçınma, saplantılı bağlanma ve aldatma problemlerinde psikodinamik terapi uygulanabilmektedir.

Psikodinamik terapi, büyük bir sorun grubuyla başa çıkmada etkili bir yöntemdir. Alanında uzman bir psikolog tarafından uygulanması halinde, danışan bireyin tüm sorunlarında zincirleme şekilde iyilik hali görülebilmektedir. Psikodinamik terapi almaya karar veren kişilerin uygulaması gereken en önemli nokta ise terapiste güvenmek ve terapinin olumlu sonuçlar vereceğine inanmaktır.

Dışa vurumcu terapi yöntemlerinden biri olan kum terapisi, mavi renkli, belli ebatlardaki bir tepsi veya tekne gibi sınırlı bir alanda, kum ve minyatürlerle çalışılan bir terapi türüdür. Kum terapisi, farklı terapi yöntemleriyle entegre edilebilir. Kum terapisinde danışan, esnek ve rahatlatıcı bir malzeme olan kumun üzerinde minyatürlerle kendi dünyasını ve benliğini oluşturan unsurları anlatmaktadır.

Kum Terapisi Kaç Yaşa Uygulanır, İşlevi nedir?

Çocuk, ergen veya yetişkin her yaş grubuna uygulanabilen kum terapisinin sağladığı pek çok terapötik fayda vardır: Kendisini sözel olarak ifade etmekte zorlanan veya direnç gösteren danışanların kum terapisi vasıtasıyla terapide duygularını daha rahat yansıttıkları görülmektedir.

Kum terapisinde iyileşme süreci, sözel ifade veya bilinçli farkındalıktan ziyade kum ve minyatürlerle gerçekleşir. Kum terapisinin imkân verdiği bu el-zihin ilişkisi, danışanın içinde bulunduğu çıkmazların ortaya çıkmasını ve sözel olarak anlatmasa bile rahatlamasını sağlamaktadır.

Kum Terapisinin Faydaları Nelerdir?

Kum terapisi, minyatürlerle beynin öykü anlatma kapasitesi arasında bir uyum sağlamakta, danışana kendi dünyasını oluşturmak için hem özgür hem de güvenli bir ortam oluşturmaktadır. Danışanlar, kendilerine ait bu dünyayı minyatürlerle oluşturup sonra yeniden kurduklarında önceden kurdukları dünyalarında var olan tutarsız ve rahatsız edici yapıları fark ederek sorunlarının üstesinden gelebilmektedirler.

Böylece danışanlar içsel değişim gerçekleşene ve tüm parçalar uyumlu hale gelene kadar, özgür bir biçimde kendi dünyaları ile çalışabilmektedirler. İşte bu içsel değişim de, dünya ile etkileşimin ve yeni olasılıkların yolunu açmaktadır.

Kum Terapisinde Sıklıkla Çalışılan Konular Nelerdir?

Kum terapisine özellikle çocuklarla çalışılırken başvurulabilir. Çocuklarla yapılan kum terapisi, çocuğun sorun çözme ve baş etme becerilerini geliştirmekte, duygularını sağlıklı bir biçimde dışa vurmasına imkân vermekte, benlik saygısını arttırmaktadır.

Çocuklardaki içe kapanma, öfke, yoğun stres, davranış bozuklukları, yeme bozuklukları ve travmatik yaşantılar kum terapisi ile çözümlenebilmektedir. Özellikle stresli olayları yapılandırma ve benliği güçlendirmede kum terapisinin oldukça etkili olduğu görülmektedir.

Grup Terapisinin Tanımı ve Amaçları

 

Grup terapisi, aynı ya da benzer problemleri yaşayan bireylerin bir terapist rehberliğinde bir araya geldiği bir terapi biçimidir. Bu terapi türü, katılımcıların kendi deneyimlerini paylaşmalarına, duygusal destek alıp vermelerine olanak tanır. Psikolojik sorunların çözümüne odaklanan grup terapileri, grubun iyileştirici gücünü, üyeler arasındaki olumlu iletişimi ve grup liderinin profesyonel müdahalelerini bir arada kullanarak bireylerin uyumsuz düşünce, davranış ve duygularını dönüştürmeyi hedefler.

 

İnsanların sosyal varlıklar olmaları, yaşamlarını diğerleriyle etkileşim içinde sürdürmelerine neden olur. Bu süreç, genetik ve kültürel aktarımın gerçekleştiği bir zemindir. Ancak sosyal ilişkilerdeki aksamalar, bireyin yaşamında önemli sorunlar yaratabilir. Grup terapisi, bireylerin yaşamlarında eksik kalan veya onarılması gereken unsurları fark etmelerini sağlayarak başkalarıyla daha sağlıklı iletişim kurmalarına olanak tanır.

 

Uygulama Alanları

 

Grup terapileri, bireysel sorunların sosyal bir ortamda çözümüne odaklanır. Bu yöntem;

 

  • Madde ve alkol bağımlılığı,
  • Fiziksel hastalıklar (örneğin kanser, HIV/AIDS, diyaliz, yaşlılığa bağlı problemler),
  • Sosyal anksiyete, öfke kontrol sorunları,
  • Travma sonrası stres bozukluğu,
  • Kişilik bozuklukları gibi geniş bir yelpazedeki problemlerin çözümünde kullanılmaktadır.

 

Grup Terapisinin Tedavi Edici Mekanizmaları

 

Tedavi sürecinde etkili olan faktörler üç ana başlık altında toplanabilir:

 

Entelektüel faktörler: Evrensellik, taklit ve özdeşim aracılığıyla gözlem yaparak etki yaratır.

 

Duygusal faktörler: Kabul görme ve onay alma duygularını içerir.

 

Etkileşimsel faktörler: Kendini ifade etme ve gerçeği değerlendirme mekanizmalarını kapsar.

Yöntem Seçimi ve Bütüncül Yaklaşımın Önemi

 

Grup terapilerinde bireysel terapi teknikleri kullanılabilse de seçilen yöntemin gruba uygun olması kritik önem taşır. Terapistin bütüncül bir yaklaşım benimsemesi, grup terapisinin etkisini artırır. Grubun amacı, süresi, üye seçimi, grup dışı iletişim ve terapistin tutumu gibi unsurlar yöntemin belirlenmesinde önemli rol oynar.

 

Katılımcı Sayısı ve Görüşme Sıklığı

 

Grup terapilerinde kişi sayısı grubun türüne göre değişir. Etkileşim gruplarında her bireye yeterli zaman ayırabilmek için ideal kişi sayısı 8-12 arasında tutulur. Psiko-eğitim gruplarında ise sayı 16’ya kadar çıkabilir. Genellikle haftada bir yapılan görüşmeler, grubun ihtiyaçlarına göre daha sık planlanabilir. Oturumlar 1-2 saat arasında olup genelde 90 dakikadır.

 

Etkileşimsel Grupların Özellikleri

 

Etkileşimsel grup terapisi, bireylerin birbirleriyle kurduğu ilişkileri “şimdi ve burada” ilkesiyle değerlendiren bir yöntemdir. Terapistin etkin bir rol üstlenmesi, grup dinamiklerini anlamlandırmayı ve yönlendirmeyi kolaylaştırır. Ağır nevrozlar gibi klinik patolojilerde terapistin müdahalesi, bireyin regresyonunu engellemek ve benlik bütünlüğünü desteklemek açısından kritiktir.

 

Tedavi Sürecindeki Gözlemler ve Yönlendirmeler

 

Grup içinde bireyin kendisine, başkalarına ve aralarındaki ilişkilere dair tutum ve algıları terapistin dikkatle gözlemlediği unsurlardır. Özellikle “benden bana” ilişkisinin (kişinin kendisiyle olan ilişkisi) ihmal edilmemesi gerekir. Değer sorunları yaşayan bireylerde dış kaynaklı değerlendirmelere bağımlılık sık görülür ve bu bağımlılığı aşmak terapinin temel hedeflerinden biridir.

 

Sonuç

 

Grup terapileri, bireylerin yalnızca başkalarıyla değil, kendileriyle kurdukları ilişkileri de dönüştürme potansiyeline sahiptir. “Şimdi ve burada” ilkesi ve etkin terapist müdahaleleri, grup terapilerinin birey üzerindeki iyileştirici etkisini artıran önemli unsurlardır. Bu yöntem, sadece bireylerin sorunlarını çözmekle kalmaz, aynı zamanda sosyal bir ortamda kişisel gelişimi destekler.

Varoluşçu psikoterapi, 1940 ve 1950’li yıllarda çeşitli felsefi akımların katkılarıyla, modern yaşamın yalnızlık, yabancılaşma ve anlamsızlık gibi sorunlarını ele almak amacıyla Avrupa’nın farklı bölgelerinde ortaya çıkan bir yaklaşımdır.

 

Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard, Alman düşünür Friedrich Nietzsche, Martin Heidegger, Fransız yazar Jean-Paul Sartre ile Martin Buber, Ludwig Binswanger ve Medard Boss gibi isimler varoluşçu analizin yanı sıra insan varlığının öznel ve ruhsal boyutlarına dikkat çekmişlerdir.

 

Irvin D. Yalom, Viktor Frankl, Rollo May ve James Bugental ise varoluşçu teoriyi geliştirerek psikiyatri ve psikoterapi alanına entegre eden uzmanlar olarak öne çıkmaktadır. Yalom’un “Varoluşçu Psikoterapi” adlı eseri ölüm, özgürlük, varoluşsal izolasyon ve anlamsızlık konularında derinlemesine incelemeler yaparak bu alanda önemli bir yer edinmiştir. Bu kitapta Yalom; Kierkegaard’ın yaratıcılıkla ilgili kaygılarını, Nietzsche’nin ölüm ve intihar üzerine düşüncelerini, Heidegger’in otantik yaşama dair görüşlerini, Sartre’ın anlamsızlık temalarını ve Buber’in kişilerarası ilişkilere dair yaklaşımlarını bütünsel bir çerçevede harmanlamıştır.

 

Günümüzde amaçsızlık ve anlam eksikliği konusunda belirsizlik yaşayan bireyler psikoterapiye sıkça başvurmaktadır. Birçok terapist bu durumları ayrı ayrı ele alarak hayatın anlam arayışını görememektedir. Varoluşçu psikoterapinin önemi burada kendini gösterir; zira biz sınırlı süreyle yaşayan varlıklar olduğumuzun bilincinde kalarak mutlu, etik değerlere sahip ve anlam dolu bir yaşam sürmenin gerekliliğine vurgu yapılmaktadır.

 

Varoluşçu yaklaşımın temel ilkesi herkesin kendi farkındalığına ulaşma yeteneğidir. Bu sayede insanlar kendilerini ifade edebilir ve seçim yapabilirler. Kendi farkındalığımıza eriştiğimiz ölçüde ruhsal açıdan sağlıklı bireyler haline gelme potansiyeline sahibiz. Bu bağlamda dikkate almamız gereken bazı hususlar şunlardır:

 

Hepimiz ölümlüyüz; dolayısıyla her isteğimizi gerçekleştirecek kadar zamanımız yoktur.

 

Her bireyin eyleme geçme ya da hareketsiz kalma hakkı bulunmaktadır; hareketsizlik de bir seçimdir.

 

Seçimlerimiz bize aittir; bu nedenle kendi kaderimizi şekillendirme gücüne sahibiz. Hayatı anlamlandırmak bireysel bir süreçtir ve kişinin kendi çabasıyla mümkündür. Var oluş kaygısı hayattaki hareketi tetikleyen güçtür; seçeneklerle ilgili farkındalığımız arttıkça sorumluluk duygumuz da gelişecektir.

 

Yaşam süresince yalnızlığa, anlamsızlığa veya suçluluk hissine maruz kalmak insan doğasının bir parçasıdır.

 

Diğer insanlarla ilişkiler kurmamıza rağmen özünde yalnızlığımız devam etmektedir. Bu ilkeler doğrultusunda bilinç seviyemizi genişletmek ya da daraltmak tamamen bizim irademize bağlıdır.

 

“Varoluşsal özgürlük”, siyasi özgürlüğe ya da esarete maruz kalmamayı ifade etmez. Sorumlulukla birlikte gelen özgürlük anlayışı ise insan olmanın özüdür. Birey seçim yapma özgürlüğüne sahiptir ki bu durum onun kaderini belirlemede büyük rol oynamaktadır. Seçim özgürlüğü aynı zamanda sorumluluğu da getirmektedir; yani yaşamlarımız üzerindeki yönlendirme sorumluluğu üzerimize düşmektedir. Kötü kaderle ilgili söylemler genellikle güvensizlikten kaynaklanır. Sartre’ın ifadesiyle “tercihlerimiz biziz” anlayışı buradaki durumu özetlemektedir. Sorumluluk alma yetisi terapideki dönüşümün temel şartıdır; sürekli başkalarını suçlayarak sorumluluk üstlenmeyen danışanlar kendilerini yanıltır ve terapiden fayda göremezler.

 

Sonsuz özgürlüğün yüklediği sorumluluğun ağırlığı insanların patolojik savunma mekanizmalarına yönelmelerine neden olurken ruhsal sorunların oluşmasına yol açar. Özgürlüklerini kullanamayan bireyler yaşamları üzerinde kontrol kaybı hissederler. Danışanların varoluşçu terapi sürecinde daha önceki kalıbın oluşturduğu güven alanından sıyrılıp yeni yolların getirdiği bedellere katlanmaya hazır olmaları gerekmektedir.

 

Varoluşçulara göre özgür olmak ile insan olmak kavramları eşdeğerdir.

 

Varoluşçular ayrıca bireyin diğerleriyle olan ilişkileri ile doğayla kurması gereken bağların kopukluğu üzerine yoğunlaşmıştır: “yalnızlık”, “korumasızlık” ve “yabancılaşma”. Çoğumuz yaşamımızdaki çatışmaları çözmek yerine başkalarının beklentilerine uygun davranmayı tercih ederiz ki bu durum varlığımızı sorgulamaya neden olurken kendimize yabancılaşmamıza yol açar.

 

Danışanlarımız arasında hiç kimse olmaktan gelen korku veya içlerinin boş olduğunu hissetme duygusu yaygındır. Bu korkuyu kabullenmeye cesaret ettikleri anda danışanlar dışındaki yaşam yollarını kabul etme yetisine sahip olup kendilerine uymayanları ayıklayabileceklerdir.

 

Varoluş felsefesi doğrultusunda dünyaya yalnız geliriz ve sonrasında yine yalnız döneriz. Erich Fromm’a göre “kişiler arası izolasyon” ile bireyin içsel izolasyonu kaygının ana kaynaklarını oluşturur. Varoluşsal izolasyon ise yalnız olmaktan ziyade kişinin kendi benliği ile diğerleri arasındaki uzlaşmaz uçurumu simgeler.

 

Olgunlaşmış bir yalnızlık hissinde birey onay aramayarak bağımsızlığı içselleştirmiştir ki bu durum ayrılık duygusunu deneyimleyerek güç kazanmayı sağlar. Birçok kişi kimsenin düşünmediği ya da varlığının önemsenmediği düşüncesiyle bunalıma girebilir ki bu durum varoluşsal izolasyonun yarattığı korkudur.

 

Kişi hayatının tüm sorumluluğunu üstlenmeye başladığında artık varoluşsal izolasyondan korkmayacaktır; bunun için korunuyormuş gibi hissetmeyi bırakmalıdır çünkü evrenin kozmik yalnızlığında temel yalnızlığıyla yüzleşmesi gerekir.

 

Olgunlaşmış izolasyonda birey kendi iç iletişim becerisini geliştirmiştir ve kendisini dinleme yetisine sahiptir. Varoluşçu terapistler kolay çözümleri reddederek danışanlarının gerçeklikle yüzleşmelerini sağlamayı hedeflerken onların yanıtlarını bulmalarını teşvik ederler.

 

Bütün insanların hayatlarında belirli “anlamlar” arama ihtiyacı ise varoluşçuluğun başka bir temel unsurudur; zira insanlar diğer canlılardan en çok anlamlılık hissine sahip olabilmeleri sayesinde ayrılırlar. Bireylerin kendi dünya görüşlerini oluşturarak “Neden yaşıyorum?”, “Nasıl yaşamalıyım?”, “Neden buradayım?” gibi sorulara cevap verebilmeleri önemlidir. Etkili amaçlarla desteklenen kişiler ruhsal olarak sağlıklı olabilirken hiçbir şey için hırs duymamak veya amaçsızca hissetmek gibi duygular hastaların terapiye yönlendirilmesinin sebeplerindendir. Viktor Frankl yaşamda karşılaşılan anlamsızlığı “var oluş boşluğu” terimiyle tanımlamıştır. Anlamsızlık kavramıyla bağlantılı olarak bazı kişilerde suçluluk duygusu da söz konusu olabilir. Bazılarında tamamlanmamış olma hissi veya olması gereken kişiyi temsil edememe gerçeği görülmektedir. Terapideki amacımız danışanların yaşamlarında anlam bulmalarına yardımcı olmaktır. Logoterapi ise yeni anlamların yaratılmasına yönelik bir yöntemdir. Frankl’ın vurguladığı nokta yaşamdaki acılara rağmen bile anlam bulabilmenin önemidir ki bu mazoşist değil kötümserlikten uzak bir yaklaşımdır. Aksine mesele trajik unsurlarla yüzleşebilme gücü kazanıp umutsuzlukla mücadele etmekte yatmaktadır.

 

Yukarıdaki tüm tartışmalar sonunda en zorlayıcı olan var oluş meselesi ölüm gerçeğidir. Geleceğin kaçınılmazlığına dair algılanabilen duygu insana mahsustur. Tüm hayatımız ölüm bilinci ışığında şekillenmektedir. Varoluş felsefesi ölümü olumsuz yönde değerlendirmez; aksine ölüm yaşama anlam katan önemli bir faktördür. Her ne kadar öleceğimiz gerçeğini kabullenmemek istemesek de ölüme ilişkin farkındalık aslında yaratıcı enerjinin kaynağıdır. Sınırlı zamanımız olduğu gerçeğini cesaretle kabul ettiğimizde her anın değerini anlayıp tadını çıkarabiliriz. Yalom ölüm kavramını kabullenmenin terapideki önemine dikkat çekmiş olup bunun anlamsız hayattan otantik yaşama geçişteki rolünü vurgulamaktadır.

 

Varoluşçu terapistler kaygıyı gelişim için potansiyel bir kaynak olarak görmektedir. Normal düzeydeki kaygılar karşılaşılan duruma uygun tepkiler vermeye yardımcı olurken nörotik kaygılar bilinç dışıdır ve işlevselliği azaltabilir. Kaygısız bir yaşam sürmek mümkün değildir çünkü ölüm gerçeği ile yüzleşmeyi gerektirir. Varlık kaygısı yapıcı etkisi olan olumlu bir kaygıdır. Gelişim için yeni deneyimlere açık olmak aynı zamanda kaygıya da açık olmaktır. Kaygılarıyla yaşayabilen bireylerin terapi süreçlerinde ilerleme göstermeleri beklenmektedir. Bilinenden bilinmeyene geçerken doğal olarak kaygılanmak söz konusudur ancak önemli olan bu seçimi yapabilmektir.

 

Sonuç olarak varoluşçu psikoterapi insan deneyiminin çatışmaları ile harekete yönelik dinamik güçlerini inceleyen etkili bir yöntemdir. Hedef çatışmalarımızı insani çıkmazlarımızda aramakta yatarken aynı zamanda bireylerin potansiyellerinin sınırlarını aşmasını sağlayacak tercihler konusunda bilinç kazandırmaktır. Varoluşa dayalı yaklaşımda özgürlüklerden feragat ederek sorumluluktan kaçmak mümkün değildir. Danışanın hedefleri arasında alışkanlıklardan kurtulup dar kafeslerden çıkmak yer alırken her yeni kazandıkları özgürlüğün beraberinde yeni endişeleri de getireceğinin bilincindedirler. Gerçek gelişim ancak korkuyla yüzleşildiğinde mümkündür.

Psikodrama, 20. yüzyılın başlarında Avusturyalı hekim ve psikiyatrist Jacob Levy Moreno tarafından geliştirilmiş bir psikoterapi yöntemi ve kuramıdır. Moreno’nun evrene ve insan yaşamına dair yaklaşımı, zengin duygu dünyası ve eylemci kişiliği bu yöntemin temel unsurlarını oluşturur. Psikodrama, bireyin grup içinde gelişimini ve iyileşmesini hedefler; kişinin duygusal ve sosyal yönlerini yeniden yapılandırmasına olanak tanır.

 

Moreno, insanın spontanlık, yaratıcılık ve eylem olmak üzere üç temel dinamiğini keşfetmiştir. Ona göre bu yetenekler, bireyin yaşamda üstlendiği rollerin oluşumunda belirleyici bir rol oynar. Ancak bu yeteneklerin bir arada ve uyum içinde gelişememesi ruhsal rahatsızlıkların temel kaynağını oluşturabilir. Psikodrama, bireyin bu yeteneklerini geliştirerek kişiler arası ilişkileri ve içsel çatışmaları bir oyun çerçevesinde ele alır ve “gerçeğin yeniden canlandırılması” yoluyla bireyde farkındalık oluşturur.

 

Yöntem, rol kuramı çerçevesinde psikolojik bozuklukları ele alır ve beş temel unsur üzerine inşa edilir:

 

Sahne: Oyunun gerçekleştirildiği alan.

Protagonist: Oyunun odağında yer alan kişi.

Yönetici: Psikodrama seansını yöneten uzman psikodramatist.

Yardımcı Egolar: Sahnedeki diğer rolleri üstlenen grup üyeleri.

Grup: Süreci destekleyen ve paylaşım sürecine katılan bireyler.

 

Psikodrama seansları üç temel aşamada ilerler:

 

Isınma: Grubun ve protagonistin çalışmaya hazır hale gelmesi.

Oyun: Duyguların sahnelenmesi ve çalışmanın gerçekleştirilmesi.

Paylaşım: Grup üyelerinin süreci değerlendirip geri bildirimde bulunması.

 

Psikodrama, bireyin spontane ve yaratıcı tepkiler geliştirmesine olanak tanırken, özellikle “rol değiştirme” yöntemiyle algılar dönüştürülür, içgörü artırılır ve daha sağlıklı bir geleceğe yönelim sağlanır.

 

Psikodrama Eğitimlerinin Amacı ve Önemi

Psikodrama eğitimleri, bireyin kendini yaratıcı bir şekilde ifade etmesini, çevresiyle daha sağlıklı ilişkiler kurmasını ve toplumsal bağlarını güçlendirmesini amaçlar. Bu eğitimler:

 

Profesyoneller için beceri geliştirme programları,

Koruyucu ruh sağlığına yönelik yaşantı grupları,

Kurumlar, örgütler ve endüstriyel kuruluşlar için uygulamalar şeklinde farklı alanlara hitap edebilir.

Psikodrama, bireyin duygularını ve düşüncelerini anlamasını, ilişkilerdeki çatışmaları çözümlemesini ve içsel farkındalık geliştirmesini sağlayan etkili bir grup terapisi yöntemidir. Hayatınızdaki önemli roller ve bu rollerin üzerinizdeki etkileri sahnelenerek geçmiş deneyimler, mevcut duygular ve geleceğe dair beklentiler yeniden yapılandırılabilir.

 

Psikodrama ile Neler Kazanabilirsiniz?

 

Duygusal boşalma (katarsis),

Farklı bakış açıları geliştirme,

Yeni çözüm yolları deneme fırsatları sunar.

Güvenli bir paylaşım ortamında ilerleyen bu süreç, ilişkilerdeki sorunları anlamanıza, geçmiş travmalarla başa çıkmanıza veya günlük yaşamda karşılaşılan stresle baş etmenize rehberlik eder.

 

Psikodrama, bireysel ya da grup ihtiyaçlarınıza uygun bir şekilde yapılandırılır. Eğer geçmiş deneyimlerinizi daha sağlıklı bir şekilde anlamlandırmak, potansiyelinizi keşfetmek ve ilişkilerinizi güçlendirmek istiyorsanız bu süreci birlikte başlatabiliriz.

Çift Terapisi Nedir?

Çift terapisi, ilişkilerinde zorluk yaşayan bireylerin, bir çift terapisti eşliğinde sorunları ele alarak sağlıklı çözümler üretebildiği bir terapi yaklaşımıdır. Bu süreçte partnerler, sorunlarının temel nedenlerine inebilir, birbirlerini daha iyi anlayabilir ve sağlıklı iletişim kurma becerileri geliştirebilir. Terapi, ilişkinin ne pahasına olursa olsun sürdürülmesini değil, bireylerin kendileri için en sağlıklı seçeneği belirlemelerini hedefler. Bu, ilişkinin devam etmesi ya da sonlandırılması şeklinde olabilir.

 

Çift terapisi farklı yaklaşımlar sunar. Bunlar arasında Dinamik Aile Terapisi, Bilişsel Davranışçı Çift Terapisi, Gottman Çift Terapisi ve Duygu Odaklı Çift Terapisi (DOÇT) yer almaktadır. Bu yazıda, Duygu Odaklı Çift Terapisi ele alınmaktadır.

 

Çift Terapisine Ne Zaman Başvurmalı?

İlişkinizde giderek artan çatışmalar, duygusal uzaklık veya güven sorunları gibi durumlar yaşadığınızda, çift terapisine ihtiyaç duyabileceğinizin sinyalleri olabilir. Örnek durumlar arasında şunlar yer alır:

  • Artan kavgalar ve tartışmalar
  • Olumsuz iletişim biçimlerinin çoğalması (eleştiri, aşağılama, savunmacı tutum)
  • Olumlu etkileşimlerin azalması
  • Duygusal yakınlığın kaybolması ve partnerler arasında uzaklaşma hissi
  • Güven ya da sadakate dair sorunlar
  • Cinsel veya finansal problemler
  • Geniş aile ilişkilerinden kaynaklanan çatışmalar
  • Çocuklarla ilgili sorunlar (örneğin karar alma süreçleri)
  • Boşanma sürecindeki çiftlerin desteğe ihtiyaç duyması
  • Bu durumlarla karşılaşıldığında ve bireyler sorunlarını kendi başlarına çözemediğini hissettiğinde, bir çift terapistinden destek alınabilir.

 

 

 

 

Duygu Odaklı Çift Terapisi (DOÇT) Nedir?

Duygu Odaklı Çift Terapisi, bağlanma teorisi temelli, kanıta dayalı bir çift terapisi yaklaşımıdır. Bu terapi, bireylerin kendi duygularını ve partnerlerinin ihtiyaçlarını daha derinlemesine anlamalarını, ilişki bağlarını iyileştirmeyi hedefler.

 

DOÇT’nin temel yaklaşımı, ilişkilerde duyguların belirleyici bir rol oynadığıdır. Duygular, bireylerin davranışlarını şekillendirir; bu davranışlar ise partnerin tepkilerini etkileyerek döngüsel bir etkileşim oluşturur. Terapinin amacı, olumsuz döngüleri fark etmek, temel duyguları anlamak ve partnerler arasında yeni bir etkileşim tarzı geliştirmektir.

 

DOÇT’de Terapistin Rolü

Terapist, taraf tutmaksızın güvenli ve eşit bir terapi ortamı oluşturur. Haklı veya haksız taraf aramaktan ziyade, partnerler arasındaki olumsuz döngüyü besleyen duygusal tepkileri keşfetmeye odaklanır.

 

Terapist, partnerlerin temel duygularını ve karşılanmayan ihtiyaçlarını fark etmelerine yardımcı olur. Ayrıca, bu duyguların partnerlerle paylaşılmasını kolaylaştırarak iletişimde daha sağlıklı ve yapıcı bir dinamik oluşturur. Terapide kırılganlıklar dile getirilir ve eski olumsuz etkileşim kalıpları yerine, güvene dayalı yeni döngüler oluşturulur.

 

Terapi Süreci

İlk aşamada terapist, çiftin geçmişine dair bilgi toplar ve ilişki döngüsünü analiz eder. Sonraki aşamada, çiftin yaşadığı olumsuz döngünün nedenlerini derinlemesine ele alır ve bu döngülerin altında yatan duyguları keşfeder. Partnerler bu duyguları ifade ederek, yeni bir iletişim tarzını deneyimler. Güçlü bir etkileşim sağlandığında, terapi süreci sonlanır.

 

DOÇT’nin Hedefleri

  • Olumsuz duygusal tepkileri yeniden yapılandırmak, anlamlandırmak ve düzenlemek.
  • Güvenli bağlanmayı engelleyen duygusal bariyerleri fark ettirmek.
  • Partnerler arasında sağlıklı ve eşit bir bağ oluşturmak.
  • Çiftlerin olumsuz döngüleri fark edip yeni ve işlevsel davranış kalıpları geliştirmelerini sağlamak.
  • Duygularını paylaşabilen ve sorun çözme becerilerini geliştirmiş bireyler oluşturmak.
  • DOÇT, ilişkilerde karşılıklı güven ve bağlılık üzerine yoğunlaşır. Problemler genellikle olumsuz döngülerden kaynaklanır ve bu terapi yöntemi, bu döngüleri kırarak sağlıklı bağlar kurmayı hedefler.