Evren efsanesi
Nisan ayının son günleri. Beş günlük Likya yolunun ilk etabını yürümek için bir araya gelen 11 kişiyiz. Rehberimiz eşliğinde doğanın gizemini birlikte keşfetmeye kendini adamış gönüller. Her telden çalan insanların olduğu bir grup. Sanki Birleşmiş Milletler Topluluğu gibi. Aralarından biri dikkatimi çekiyor. Adı Evren. Gözleri görmüyor. Hayata gönül gözü ile bakıyor. Zorlu bir etap olacağının bilincinde olan ben, aklımdaki düşünceleri durduramıyorum. “Evren bu yolu nasıl yürüyecek?” Evren’i tanımıyorum, ancak onun için kaygılanıyorum. Kaygı ile korkuyu birbirinden ayırmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Kaygı, kendi iç dünyamızda yarattığımız ve gerçek nesnesi olmayan bir his. Korku ise; bir nesnesi olan ve gerçek bir tehlike ile karşı karşıya kalma durumu. Bu zorlu etap bir kaygı nesnesi mi? Yoksa korku mu? Bunu yürüyüş parkuru belirleyecek diye düşünüyorum.
Bir gün önce otelde buluşuyoruz. Ertesi gün rehberimiz eşliğinde ilk etabın başladığı “Likya Yolu” yazan tabelanın önündeyiz. Fotoğraf çekiliyoruz. Mutlu yüzler objektife yansıyor. Yürümeye başlıyoruz. Başlangıcı Fethiye olan yürüyüşün ilk günü, Kayaköy ile başlayıp, Ovacık, Kozağaç-Kirme-Faralya’da sonlanıyor. İkinci gün Alınca-Kalabantia koyu, Yedi Yedi Burunlar Manzarası Alınca…Hızımız kesilmiyor. Üçüncü gün Alınca -Kabak -Faralya. Dördüncü gün ise Faralya-Aktaş plajı, Xantos antik kenti, Patara köyüne geliyoruz. Son günde ise Patara antik kenti, Patara plajı, Letoon antik kenti bizi karşılıyor.
ONU GÖRMEMEK İÇİN UZAKLAŞIYORUM
Yürüyüş başladığı andan itibaren sanki tek sorumluluğum Evren gibi, gözüm sürekli onda. Sevgilisi ile gelmiş. Yürürken iki eli ile sevgilisinin omzuna bağlanıyor. Bazen eş değiştiriyor, yeni tanıdığı insanlara karşı da korkuyu güvene teslim ediyor. Taşlı ve uçurumlu yollardan gidiyoruz. Bazen yol öylesine daralıyor ki, oradan yürümenin imkansızlaştığını fark ediyorum. Yolun genişliği 50 santimetre. Bir tarafı dağ, diğer tarafı uçurum. Sezgileri onu yönlendiriyor. Benim aklım hala Evren’de. Her an ona bir şey olabileceğine ilişkin düşünceler zihnimi kemiriyor. Onu görmemek için ondan uzaklaştığımı fark ediyorum. Bazen fotoğraf çekildiğimiz yerler kayaların üstü ve aşağısı tahminimce 500 metre derinlikte. Kayalığın kenarına geliyor Evren, ayaklarını aşağıya sarkıttıkça benim yüreğim ağzımda.
VE SONUNDA SORUYORUM…
Sonunda merak ediyorum ve soruyorum. Benim korku yaşadığım bu parkurda, Evren nasıl oluyor da korkuyu deneyimlemiyor?
Hikayesini anlatmaya başlıyor. “3 çocuklu bir ailenin son üyesiyim. Bana kalırsa, iki kardeşimden sonra doğmam biraz gereksiz olmuş gibi. Üç aylıkken annem ve babam kör olduğumu fark etmiş. Ne kadar büyük bir hayal kırıklığı yaşadıklarını içimde hissediyorum. Buna takıldım mı? Tabii ki hayır. Onlara hiç kızgın değilim. Ya bu zorluk alanının yarattığı acı ile bir ömür geçirecektim ya da hayata güvenmeyi öğrenip, yoluma devam mı edecektim? Ben ikincisi seçtim. Hayata hep güvendim. Olacaklar olur, ölecekler ölür”.
Bunları duyunca birçok düşünce zihnime eşlik etti. Bu durumu hayatın bir gerçekliği olarak mı almalıydım yoksa Evren’in EVREN’in ona sunduğu zorluk ile baş etmesinin bir yöntemi olarak mı? Gerçek korku deneyimlenebilecek bir ortamda, Evren neden bir korku yaşamıyordu? Ölüme meydan okurcasına uçurumların kenarından yürüyor ve hayata sonsuz bir güven yaşıyordu. Bu yaşamda kalma stratejisi; onun yaşamı kucaklaması mıdır? Yoksa yaşamdan vazgeçmesini bir anlatma şekli midir? Bütün bu soruların cevabı, bilinçli alanda, hayatı yakalama çabası ancak bilinçdışı alanda da sorgulanması gereken bir gerçekti.
ANDA KALMAK: TIPKI BİR ÇOCUK GİBİ, TIPKI EVREN GİBİ
Yeni bilim bize belki bir şeyler söyleyebilir? Zamanın gizemi, üç zaman diliminden söz ediyor. Geçmiş, şimdi ve gelecek. Evren, geçmişin olumsuz deneyimlerine takılsaydı yaşayacağı duygu üzüntü olurdu. Gelecekle ilgili olumsuz kurguları ise onu kaygıya götürürdü. Ancak sadece şimdiki zaman var. Çocuklar geçmiş ve gelecek zamanlar içinde kendilerini var etmezler. Sadece anı yaşarlar. Tıpkı Evren gibi… Anda kalmak o anda ne ile meşgulsen zihnini orada tutmak ve onun duygusunu yaşamaktır. Evren tam anlamı ile andaydı.
Bir başka bakış açısından Evren’e yaklaştığımda yeni bir soru aklıma geldi. Yaşadıklarımızın kaynağı nedir? Dışımızdaki gerçeklik mi? Yoksa içimizde bizim yarattığımız gerçeklik mi? Evren’in yaşamı kucaklaması, dışsal gerçekliği içsel gerçekliğin yarattığını bize gösteriyor. Evren gözleri görmemesine rağmen, birçok insanın cesaret edemeyeceği deneyimleri yaşayarak ve yaşatarak hem kendine hem de bizlere yeni bir kapı aralıyor.
Son sözü Evren’in yaşadıklarından söylemek isterim.
Hayata güven.
İçsel gerçekliğin, dışarıdaki gerçekliğini belirler.
Yaşamsal kaderin senin ellerinde.
Yaşanan her şeyin olumlu ya da olumsuz olduğunu bakış açın belirler.
Bugün olumsuz gibi görünen bir gerçeklik yarının mutlu eden bir gerçekliğine dönüşebilir.
Sizce de hayata biraz Evren’in gözünden bakmak hepimize iyi gelmez miydi? Karar sizlerin…
Klinik Psikolog Fatih Dane