Ben, Ben’i kaldırır ancak Ben olarak kalır
Sri Romana Marashi yaşamın sırrını söyleyen ve insanın düşünsel dünyasından gerçek Ben’e ulaşmasının yolunu açan sözü ile bizleri düşündürüyor:
“Ben”, “Ben’i kaldırır ancak “Ben” olarak kalır.
Bu söylemi bir taraftan spritüel bakış açısı, diğer taraftan bilimsel bir bakış açısı olan Beck’in bilişsel yaklaşımı ile irdeleyelim. Bu bakış açısını 1960’larda Beck ve Ellis ortaya atarken, Anadolu’da 1238 yılında Rumi, “Kardeşim sen düşünceden ibaretsin, geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünür gülistan olursun. Diken düşünür dikenlik olursun” söylemiyle vurgulamıştır.
Spritüel bir bakış açısı: Tanrı doğayı, denizleri, canlıları ve insanı yarattı. Bu yarattıklarını deneyimlemek istedi ve dünyaya “Ben” suretinde geldi. Bu varoluşsal deneyim için bedeni yarattı. Bu beden içinde yaşantılara bağlı olarak “Ben” oluştu. Sezgisel, doğal bir his olan “Ben”, bedensel bir bilinç kazandı ve bugünkü “Yeni Ben”e dönüştü. Aslında ilk “Ben”, varoluşsal bir oluşum ve varlık kavramının içindeydi. Kişisel değildi. Sanki Jung’un bakış açısı ile kollektif bilincin öğelerini taşıyordu ve evrendi. Bedensel bir oluşumla bugünkü “Yeni Ben” yeni bir kimlik kazandı; kendine ait kuralları, düşünceleri, duyguları ve inançları olan bir yapıya büründü. Yaşantılara bağlı koşullanmalar, kültürel aktarımlar ile kendine ait bir zihinsel yapı oluşturdu. Buna bağlı olarak evrene ait olan bütünlük, küçük bedenin sınırları arasına sıkıştı. Bazen de insanın kendine ait statüleri ile daha da daraldı. “Yeni Ben” ile kazanılan kimlik, düşünce yoluyla kendini var etmeye çalıştı. Kolektif bilinçdışının geniş yapısı, sınırlı bir yapıya dönüştü. İnsanoğlu beden içinde sıkışan “Yeni Ben” ile; daha bencil, güvensizliklerle dolu bir dünyada kendini buldu. Objektif bir düşünceden çok, erken çocukluk dönemindeki söylemler, yaşantılar, şartlanmalar ve alışkanlıklara bağlı olarak kendini tanımladı ve bu yapı daha da güçlendi.
Peki bu yapı içinde üretilen düşünce sistemi ne kadar gerçekçiydi? Bize bilgiden farklı inanç sistemleri ne kadar işlevseldi?
Bunu test etmek için gözlem, dışarıdan bakmak iyi bir yöntem olabilir. Örneğin aklınıza gelen, sizi rahatsız eden bir düşünceye odaklanın. Bu düşünceyi adeta dışarıdan izleyin, gelmesine ve geçmesine izin verin. Sizi rahatsız eden düşünce gelecek ve gözünüzün önünden geçip gidecektir. Eğer siz düşüncenin kendisi iseniz sizin de o düşünce ile birlikte gözden kaybolup, gitmeniz gerekir. Aslında düşünce size dışarıdan gelmiş ve size ait olmayan bir parçanız gibi içinizde yaşamaktadır. Sizin parçanız ya da kendiniz olarak düşündüğünüz bu içerik size yabancı ve size ait değildir. Bu sınırlı bilinç aslında sizin sıkışıklık yaşadığınız yerdir. Bunu fark ettiğininizde ve yaşadıklarınızın bir düşünceden ibaret olduğunu kavradığınızda bedensel sınırlarınızın ötesine geçersiniz. “Orijinal Ben”e dönersiniz. Kendinizi varlık olarak daha çok deneyimlersiniz. Kişi ve kimlik arka plan da kalır, varlık kavramının içinde kendinizi tanımlayarak saf zihne ulaşırsınız.
Bu konuya düşünsel bir yaklaşım getiren Aaron Beck’e göre; “yaşantılar; duygularınızın ve davranışlarınızın kaynağı değildir. Yaşantılara ve olaylara verilen anlam duygularınızı ve tepkilerinizi belirler”. Erken çocukluk döneminden bugüne değin kaydedilen yaşantılara bağlı olarak kişinin bilişsel şemaları oluşmaktadır. Kişi kendini değerli-değersiz, sevilme-sevilmeme, yeterli-yetersiz, çare-çaresiz şemalarının olumlu ya da olumsuz taraflarında tanımlamaktadır. Bu şemalara bağlı olarak kişi olaylara otomatik düşünceler üretmekte ve bu düşünceler aslında anlık olarak duygularının ve davranışlarının kaynağı olabilmektedir. Ya olumsuz otomatik düşünceler içinde düşünce hataları var ise? Olayları genelliyor, bazen bütüne bakmak yerine bir noktaya odaklanıyor, bazen felaketleştiriyor, kendini ya da çevreyi suçluyor, yanlış bağlantılar kuruyor, etiketlerle sıfatlar yüklüyor, “-meli, -malı” ifadeleri ile zorunluluklar tanımlıyor, insanların aklından geçenleri okuyor, siyah-beyaz kadar keskin bakıyorsanız? Bu durum; sizlerde olumsuz duygulara ve davranışlara yol açacak, psikolojik ve sosyal sorunların kaynağı haline gelecektir.
Yapmanız gereken; aklınıza gelen otomatik düşünceleri sorgulamaktır.
Bu düşünce;
- Problemimi çözüyor mu?
- Gerginliğimi azaltıyor mu?
- İlişkilerimi geliştiriyor mu?
- En yakınlarım bana bu düşünce ile gelseler onların düşüncelerini gerçek bulur muyum?
Bu soruların cevabı “hayır” ise yeni bir düşünce üretmenin zamanı gelmiştir.
Bu cevaptan sonra yapmanız gereken ise şöyledir;
- Olaylara kamera mantığı ile bakmak ve yorum yapmamak,
- Hatalı düşünceleri bulmak,
- Bu düşüncenin kime ait olduğunu saptamak,
- Hatalı düşünceyi; gerçekçi, çözümcül düşünceler ile yer değiştirerek proaktif bir yaklaşımla problem çözücü olmak.
Klinik Psikolog Fatih Dane